21 Temmuz 2009 Salı

Spazm

Çılgınca boşaltılmış bir şehrin sessiz tüm sokak damarlarından gürültüyle akan fısıltıları dinlersin sen yine. Kedi yavrularının annelerinin ciğerinin çıktığı asfaltta mundar nedir diye sesszice öğrendikleri gibi. İki kolunu yanlara açarak raylarda yürümek kadar kolay değil ağlamak. Cinnet geçirircesine ağlayan bir bebeğe bak. Beni kucağından at.

15 Temmuz 2009 Çarşamba

Veda.

Gözlerim yanıyor Narziss! Nasıl da yakıcı bir tatmış gidişin. Tatmadığım ne kaldı diye merak ederken senin şehiraşırı adımlarına arkandan baktığımda sorumun cevabı yüzüme yüzüme savruldu havanın bozduğu sıralar, bu akşamüstü. Bulutlar, peşisıra titreyen gölgeni saklama çabasıyla güneşin önünde bir bend oluşturdular. Oysa hep ben giderdim bir yerlere ve dönüp yine gözyaşımla suladığım yer senin dizin olurdu. Diz kapakların kuruyken buna dayanabilir misin Narziss? Kanatıp oraları o ıslaklıkla avutacak mısın kendini? İlk defa ağlamama karşı çıkıyorsun bugün. İzin ver birlikte bağırdığımız şu denize karşı o şarkıyı bir kez daha söyleyelim.

Ve Hermann. Sana şunu söyleyeceğim ki:

ZAMANLAMAN HARİKAYDI!

12 Temmuz 2009 Pazar

Kız Çocuğu


Yaşamasına son anda karar verilen bir kız o. Kıvırcık sarı saçları bir tarağın açmaya cesaret edemeyeceği türden. Rahme, bir sarhoşun hislerinden gayet eminken fakat ürkekçe bırakılmış ve bir embriyorken heyet toplantısında doğurup doğurmayacağını sordular annesine. Röntgen ışınlarına maruz kalmış, bir de annesinin sendromlarını omuzlarına alıp bekledi uğultulu suyun içinde. Sakat doğacak endişesiyle aldırmaya karar verdi anne. 4 aylık olmuş bebek. Farkında değil. Kendi vücudunun, kendi kanamasının, içnin ve de dışının farkına varamayacak kadar da dipte. Kürtaj masasını uzaktan görmeye ihtiyacı yoktu vazgeçmek için. Sakat ya da sağlam dünyaya gelecek diye söyledi sonra anne. Sarhoş bunu duyduğunda git nasıl becerdiysen öyle çıkar piçini içinden diye bağırdı. Cinsiyetini bile merak etmeksizin özürlü doğacağına inandığı bebeğiyle ilgili hayal kurabiliyordu anne herşeye rağmen. Yürüyemeyecekse tekerlekli sandalyeyle onu her gün gezmeye çıkaracak, körse ona göz olacak, zihinsel engelliyse, her ne ise kendi vücudunun nasibini alamadığı şeyler için ona bağışta bulunacaktı. Korunmaya meydan okuyup rahme düşmekle zaten bir asiliği beraberinde getiren bebek yaşamasına karar verildiği için doğdu sonunda. Yarım saat içinde bütün testlerden geçti doğduktan sonra. Hamileliğinde tüm test ve müdehaleleri reddetmişti anne anlam verilemeyecek şekilde. Hiçbir yerinde hiçbir kusur yok. Ne beyninde ne de vücunda, kulak memesindeki ufak yarıktan başka. Özel bir davette içeri alınmayan, fakat sonra bir yanlışlık oldu girebilirsiniz denmiş gibi kendisine, buruk ve alıngan bakışlı bir bebeklik geçirdi. Onun yüzüne bakanın gözlerinin dolmaması imkansız bir şeydi. 4 yaşına geldiğinde konuşmaları herşeyden öylesine haberdarmışçasına çıkıyordu dudaklarından ve öylesine radikaldi ki annesinin parfüm şişesini kırıp ellerini keserken. Koş ellerini yıkayalım diye telaşlanan dadısına "acımıyor, peçete ver bana silerim" diyerek ona acınmasına müsade etmedi. Dağınık ve elektrikli saçlarıyla minyatür bir hippi gibi sokaklara çıkıp, evcilik oynayanların davetine burun kıvırıp, abisinin kamyonunu ve askerlerini alıp, bahçedeki üç tekerlekli bisikletten düşmeyi eşi bulunmaz bir eğlence olarak görüyor. Bir karar sayesinde nefes alıyorsa bundan sonraki kararlarda kimsenin karışmaması gerektiğini söylüyor. Zira onurunu da muhafaza ediyor tüm engellere rağmen rahme düşebildim diyerek. Sizi bir daha karar vermek üzere görmek istemiyorum. Şayet bir gün benim bacak aramdan çıkacak canlıya dünyanın bucaklarını ölçerken yardım edeceğim diyor.

7 Temmuz 2009 Salı

Sevgi Kanaması

Bir anlık öpücüğü sana verdiğimde, bunu benim içimdeki yaralardan birini tutarak yapacağım. Öpmek sızlatır beni. O duygu, titretir. Ve dans ederken ya kanatların olmazsa ortalıkta? Ağırlığıma ikimiz de dayanamayacağız. Bana bir şarkı mırıldan ve yüzünü omzuma göm. Anlatacaklarını boğuk bir sesle duymak istiyorum bu karanlıkta. Işıksızlık eşliğinde sineklere özgür bir sofra hazırlayalım. Rüzgar en çok sana sarıldığımda geçebilir içimizden. Düşerken canım acıyacaksa da umursamayacağım. Nefes çekmek, kokuyu zihine, içe ve bedene kazımak. Oldukça tehlikeli bir şey bu. Beklenmedik bir hızla fışkıran terle üşüyecek vücutlar önce sendeleyecek bakışlar. Tuzlu bir tat kalacak dudaklarında, kırmızıya çalınmış dudaklarıma baktıktan sonra göreceksin yaralarını. Kabuk bağlamaya başlarken soğurduğum birkaç damla tırnak aralarımda kalan kırmızıdan daha farklı olacak. Bir süre nefesim nefesinle kavrulacak, soluyacağım sözlerin içime akacak. Kısa bir süre dudaklarına değemeden dudaklarım kendimden geçiyorum. Dilime hücumlanan tatlarla birlikte yoğunlaşan hazların sızılarla örüştüğü yerde senin boğuk bir sesinde titreyecek avuçlarım. Ellerimi avuçlarıma bastırdığımda kanıma karşımalısın. Nefesimi hissettiğin her yaran yumuşak ve hoşnut bir ıslaklıkla kaynayacak. Bazen şükredecek bazen lanet edeceksin bu duyguya. İçine çektiğin nefesi pişmanlık duyarcasına ya da bir toprak kokusu gibi kana kana, o toprağa girmek için ölmeyi göze alabilecek kadar ya da canlı canlı içinde boğuşacak kadar ölü ya da diriliğine bakmadan bir ruhun.


4 Temmuz 2009 Cumartesi

Film Gibi

"İnsanın zihninde sesler ve görüntüler kalır hep. Sen, o sana acı veren görüntü ve sesleri bozulan bir televizyon yayını gibi kuma çevir ekranında. Ardından güzel günlerindeki görüntü ve sesleri yapıştır üzerine. Slow-motion derler ya, o atmosferde izle her şeyi. Keyfini çıkar."

Dedi psikanalist.

Peki ya koku?

Tek tek öldürdüğüm imaj ve replikleri bir kokuyla şoklayıp hayata döndüren. Can çekişen bir senaryonun yönetmenliği pek ağır. Kendini bilmez figüranlar doğaçlama dalınca rollere hep ben dublör oldum. Kuliste beni bekleyen bir ambulans bile yoktu hiç. Kokuları ben soluyup yaralarımı kendi ellerimle ondum.