2 Şubat 2008 Cumartesi

Pek Duygusal Kızımızın Oldukça Sert Tezi


El ele tutuşan çiftleri her gördüğünde iç çekip yalnızlığına ağlamayan var mı içimizde?
Ya da en basitinden romantik bir filmde karakterlerin yerine kendini ve onu koyup da filmi izlemeyen?

Ellerimiz yüzümüzde dirseklerimizi masaya dayayıp uzun uzun düşler kurduk hep; hep bir model çizdik hayatımızda olması gerektiğine inandığımız insan hakkında.. Bulduk veya bulamadık her neyse...

Ama şöyle bir şey var ki, hep istediğimiz ve hayal ettiğimizin aksine davranan karakterlere verdik başrolleri. Bize onlar çekici geldi her seferinde.. "Zor olan daima sevilir." ya da "Kaçan kovalanır." klasikleri yer etti beynimize. Yakın olan değil de imkansız olan acı veren en makbuluydu. Filmlerimiz ya trajikomik yahut tam bir dram içeriğini aldı zamanla.

Sonra ders alınmış bir edayla "Ben artık uyandım ve canım yandı bir kez. Bir daha kimseye aldanıp hayatımı zehir edeceğimi sanmıyorum." replikleri yerleşti dudaklarımıza.. İçten içe küfrediyorduk oysa içten içe kan ağlıyorduk..
Zamanında canı yakılan kişiye kendini adarsın; bir şekilde yürümez o ilişki ve ardından taze bir ilişkiyi de doğru düzgün adam edemezsin aldığın yaralardan ötürü.. Bu da taze ilişkinin müstakbel partnerini yaralar.. Bu zincir bu şekilde devam eder ve mutsuz sonlarla ya da bir türlü gelmeyen sonlarla debelenir durur insanlar..

Birileri yakmalı hep insanın canını değil mi? Mutlu olduğunda insan mutlak bir huzursuzluk barındırır kalbinin köşesinde.. "Şimdi çok mutluyum, ama ya biterse ya hiç böyle sürmezse?.."
Sürmez arkadaşım.. Bunlar benim karamsarlığımdan ileri gelen ya da umutsuzluğumdan gelen tümceler değil. Hiç mutlu bir ilişkiye tanık olmadığımdan da değil.. Bu konunun ne bilimsel ne de felsefi bir açıklaması beni doyuramadı belki de bu yüzden..
Dökülen her gözyaşı ve iç çekiş duyulan özlemden ya da nefrettendir.. Hepsi bundan ibarettir...

Aksine beni inandıracak kişi çıkacak olursa ben hep buralardayım ;)