17 Ağustos 2011 Çarşamba

Yeni

Beni artık bu linklerden takip ediniz a dostlar!

http://blog.semradura.com/

http://gallery.semradura.com/

http://semradura.com/

27 Ocak 2010 Çarşamba

Kişi

Kişi, kendini, dışarıdakilerin gözüyle görene dek aynaya bakma ihtiyacı bu kadar yoğunlaşmamıştı. Daha sonra onların beyinlerinden ve kalplerinden kendi maneviyatını ve mantığını mukayese ettiği şeylerin çelişkilerini gidermeye, aynılaşmanın kolay ve hızlı olduğunu görmeye başladı. Yalnızlıktan korkup sosyalizme; kalabalıktan kaçı.p bireyselciliğe depar attı. Bilimi var gücüyle destekleyip akıl sır erdiremedi; dinini de aynı zamanda kalbinde taşıyı.p eksik ibadetiyle iğreti. (Deist mi? Belki.) İğrençti. Zamanı ve döngüyü, tarihin tekerrürünü sadece modada gördüğünü söyleyemezdi. Hayatında ilk kez varlığını benliğine iliklediği karşı cinsini biricik belledi. Sonra fabrikasyon neticesi. Değişim çekmeye başladı canı ve daha fazlasını isteyebileceğini görü.p daha sonsuz olanın kaşifi olacağına and içti. Daha sonsuz ne saçma bir beklentiydi, sonsuzun daha'sı mı olur? Sorgulamaların ve ölçü.p biçmelerin, kılı kırk yarmaların sokaklarından geçip çıkarımlarına duyduğu heyecanların da miyadı doluyordu çabukça. Yaptıklarıyla ilgi çekerken eğleniyor, sonrasında ilgi gösterenlerin tavırlarını saçma ve sıradan bulup onlardan da soğudu, uğraşlarından da. İçi bulanık, dışı mat bedenini bilinmedik, hiç bir gözün görmediği, varlığından dahi haberdar olunmayan bir mekana sürükleme ihtiyacı, en izbe yerine zincirleme gayesi düştü aklına. Kim bilir belki bu da bir zaman sonra saçmalaşacaktı. Geçmiş, şu an ve gelecek düzlemindeki çizginin üzerinden geçerken 'şu an'da ayaklarını mıhlayı.p Janus mu olmalı, yoksa diz çökü.p nedamet getirmeli ya da Hod olup karanlık ve kışın önünde bendleşmeli mi gövdesi?
Kişi, kendini hala bir yere koyamadı. Her şeyin hastalıklı ve çarnaçar aynılaşmış olduğu suretler karşısında sadece bir yabancıdan ziyade dışladığı bu cihanın karşısında böbürlenmek ve ukalalık hislerine bürünmemesi, gökyüzünde boynunda taşıdığı mektupta yazanların nasıl bir kıyıma neden olacağını bilmeden süzülen bir kuşun masumiyetiyle eşdeğer.

4 Aralık 2009 Cuma

Mavi

ahah ahaha...
kısacık kestirdim saçlarımı. bildiğin küt. mutsuz kadın klasiği gibi gözükse de büyük bir yük kalktı omuzlarımdan hakikaten.
uzun olduğu müddetçe çok mutlu olsaydım neyse. kuaför makası yanlışlıkla fazla kaçırıp hislerimi de kırpmış. olsun dedim kökü bende. güldü adam, "bu delilikle sen saçını birkaç gün sonra maviye boyatmaya da gelirsin bana." dedi.
kaşlarımı çatıp "yok yahu, ne mavisi. hiç sevmem o rengi hem. başka bir renk düşün delirirsem boyarsın beni."
te allahım! dercesine aynadan bakış fırlatan adam bir sigara daha uzattı. tam o sırada "merhaba şekerim!" diyerek biri daha geldi salona. bu bey de kuaför kadar bir o kadar tatlı ama daha şen şakrak bir mizaçtaydı. "oyy bir de maviye boyatsan bu saçları deli olursun bence." dedi. hoppalaaa deyip gülmeye başladım ben. "ikinizi de mavi boyaya batıracağım şimdi ama!" dememden bir şey anlamayınca kuaför canını seviyorsan kaç deyip cilveleşti ötekiyle.
biraz şekil verdiği saçlarımı arkadan ayna tutarak gösterdi bana. "oldu." dedim ellerine sağlık. "bu çakma rapunzellikten iyidir yine de iyi oldu iyi, saçlarını ne yapalım götürecek misin yoksa türk hava kurumuna bağışlayalım mı?" dedi ve ikisi birlikte kahkaha attılar. "yok canım yakın gitsin, hislerimin kırpıkları dahil! ha unutmadan haftaya tekrar geleceğim saçlarımı boyaman lazım." dedim.
- rengine bir haftada mı karar vereceksin, şimdi boyardık sıcak sıcak?
- karar vermiştim zaten, mavi olacak.
- çıldırmış.
(gülücük ve sıhatler olsun dilekleri ile uğurlama ritüeli)

13 Kasım 2009 Cuma

id-ego-süper ego=kendin

Yaşadıklarımız, bizim yaptıklarımızdır. Evet.
Bu temayı barındıran bütün demeçlerin önünde şapka çıkartılır. Bazen herşeyin kontol dışı gerçekleştiğini, bazı şeylere karşı koyulamadığı gerekçesiyle hayıflanmalar olduğu gibi palavradır. Bir sürü bokpüsür. İnan bana herşey kontrol altında. Şekillenen gidişat, senin, enerjisini temin ettiğin içsel ya da dışsal hallerine yön verdiğin ölçüde form kazanıyor. Kimseyi suçlamayacaksın o halde, kadere isyan edip derbeder olmak, memnuniyetsizliğinin suçunu başkalarına mal etmek de yok. Sen düşünsene bir kere. Pamuklar içinde mis kokularla ılık ılık yaşasaydın sıkılıp arıza çıkarmaya çalışmaz mıydın?
İşte şimdilerde yaşadığın karmaşa ve huzursuzlukları inşa ederken bunları özlemek de olağan.
Milyonlara bölünmüş benliğin, ölümü bile üç gün sonra duyulacak birinin yalnızlığı kadar acı verici bir hale geldiğinde teslim olacaktır. Bu teslimiyet acı verircidir. Bir bakıma o bir ölümdür. O, bir yandan ölüm; diğer taraftan da o bir diriliştir. O, doğmak için ölmektir!

5 Eylül 2009 Cumartesi

Gerçek Öpüşme

Bugün eski umutlarımdan biri çıkmış karşıma. Bana baktığında gözlerimi kapatmışım durakta. Hiç fark etmedim halbuki onu; alınmış biraz. Optüğü ilk kız benmişim, bana bunu yeni söylüyor. Buna inanmayan bir bakışla önce gulup ardından, "ilk" olmak üzerine kafamın içinde akan ve üzerine türettiğim teorileri, kendi üzerime tutup aynada nasıl duracağına baktığım bir elbise gibi inceledim. Bu tarif aslında anlatmak istediğim şeyi hiç de iyi betimlemiyor. O yüzden bu ifade biçimini seçmiş olmalıyım. (Emin değilim anlaşılmak istediğimden.)
Sonra kendi "ilk"lerimi inceledim.

Bir "ilk" olmanın mayışıklığı içinde kendime şu cevapı verdim.

Ben şimdiye dek hiç opüşmedim. -GERÇEKTEN-

Farketmesindeyim

Biraz ondan, biraz bundancı. Nasıl arsız bir ruh olmuş bedenden ayrılalı. Sıkı sıkı bir bedene bağlı kalmış, daralmış. Öyleyse ne yapmalı diye düşünmemiş. Uçmuş da uçmuş, bu sefer rüzgarın içinden geçmiş o.
Ruh çağıranların ilgisiyle şımarip, bir kısmını çarpip da eğlenmiş.
Sonra kafası şişmiş, firar etmiş bir uçurum kenarından.
Düşemediğini görünce, acımayacağını bilince bir kızmış bir kızmış.

Bir şey soruyorum söylesene!
Kimden geliyor mesaj?
Sen böyle değildin konuşsana!
Gözlerim görmüyor benim!

Bu, ruhun hissetmeyi öğrenmemesindenmiş.

28 Ağustos 2009 Cuma

Havaladan

Bak yapraklar dökülecek önce
Sonra her ikindi vaktine selalar
Ne kadar sıradan sonbaharı ayrılıklarla bağdaştırmak
Yağmurun ve sararmış örtülerle asfaltın
Kül rengi bulutların
Matlaştırdığı bütün duyguların
Hüzün olduğunu, rüzgarda sığınacak bir koltukaltı
Onun kokusunun yaz ile kış arasında sıkışan kesifliği
Ve bir de intihar öncesi ve intihar sırası şarkı listesi.

Sonbahar ölümle gelir
Her gelen bir şey götürür derler ya
Demesinler.

Bir şeyler koparmak üzere gitmek nasıl birilerine?
İlişkilere göz ucuyla bakmak ve kirpiklerle gıdıklamak.
Geçimsiz ailenin son çocuğu olmak
Yiyemeyeceğini bile bile yemeğini protesto için odasına almak
Filmin -son- yazan kısmında durdurup uzun uzun ekrana bakmak
Yediğin çanağa boşalmak.

Ben senbesene gideceğim bu şehirden.
Evden gidersem nefret, hayattan gidersem üzüntü bırakacağım geride.
Sanırım. Sandığım kadar olmayacak hiç bir şey zira.
Kendimi avutacak cümleler aramıyorum ve geride bırakmıyorum hiç bir keşke.
Sonbahar, deformeleştirdiği kalıbında çerçeveleyemez beni.
Ben bir yaz kavurucusunda üzerimde kömür karalığında bir entarinin eteklerini
Avuçlarıma sıkıştırdığım zaman
Anne olmamışlığın, dişiliğin etekte eğreti duruşunun resmini çizmiş, boyası yetmemiş, akmış geçmişin.

Yatıştırdığın anda al geri yine kabaran buhranları bahane edip
Esrikliğe vurulmuş öfkelerle, hiddetlerle sakinleşme arası bir çizgide
Nefesini düzene soktuğunu düşündüğün, birden başlayıp kaça kadar sayman gerektiğini düşünürken telaşa verdiğin, telaşla verdiğin hediyeler nefsine.

Benim gibi bir yerlerde bir şekilde mücadele vererek hayatla çekişme içindeki
Hiç tanımadığım, tanışma zamanında orada olmayacağım her neredeki erkeğim.
Sakın gelme.

21 Temmuz 2009 Salı

Spazm

Çılgınca boşaltılmış bir şehrin sessiz tüm sokak damarlarından gürültüyle akan fısıltıları dinlersin sen yine. Kedi yavrularının annelerinin ciğerinin çıktığı asfaltta mundar nedir diye sesszice öğrendikleri gibi. İki kolunu yanlara açarak raylarda yürümek kadar kolay değil ağlamak. Cinnet geçirircesine ağlayan bir bebeğe bak. Beni kucağından at.

15 Temmuz 2009 Çarşamba

Veda.

Gözlerim yanıyor Narziss! Nasıl da yakıcı bir tatmış gidişin. Tatmadığım ne kaldı diye merak ederken senin şehiraşırı adımlarına arkandan baktığımda sorumun cevabı yüzüme yüzüme savruldu havanın bozduğu sıralar, bu akşamüstü. Bulutlar, peşisıra titreyen gölgeni saklama çabasıyla güneşin önünde bir bend oluşturdular. Oysa hep ben giderdim bir yerlere ve dönüp yine gözyaşımla suladığım yer senin dizin olurdu. Diz kapakların kuruyken buna dayanabilir misin Narziss? Kanatıp oraları o ıslaklıkla avutacak mısın kendini? İlk defa ağlamama karşı çıkıyorsun bugün. İzin ver birlikte bağırdığımız şu denize karşı o şarkıyı bir kez daha söyleyelim.

Ve Hermann. Sana şunu söyleyeceğim ki:

ZAMANLAMAN HARİKAYDI!

12 Temmuz 2009 Pazar

Kız Çocuğu


Yaşamasına son anda karar verilen bir kız o. Kıvırcık sarı saçları bir tarağın açmaya cesaret edemeyeceği türden. Rahme, bir sarhoşun hislerinden gayet eminken fakat ürkekçe bırakılmış ve bir embriyorken heyet toplantısında doğurup doğurmayacağını sordular annesine. Röntgen ışınlarına maruz kalmış, bir de annesinin sendromlarını omuzlarına alıp bekledi uğultulu suyun içinde. Sakat doğacak endişesiyle aldırmaya karar verdi anne. 4 aylık olmuş bebek. Farkında değil. Kendi vücudunun, kendi kanamasının, içnin ve de dışının farkına varamayacak kadar da dipte. Kürtaj masasını uzaktan görmeye ihtiyacı yoktu vazgeçmek için. Sakat ya da sağlam dünyaya gelecek diye söyledi sonra anne. Sarhoş bunu duyduğunda git nasıl becerdiysen öyle çıkar piçini içinden diye bağırdı. Cinsiyetini bile merak etmeksizin özürlü doğacağına inandığı bebeğiyle ilgili hayal kurabiliyordu anne herşeye rağmen. Yürüyemeyecekse tekerlekli sandalyeyle onu her gün gezmeye çıkaracak, körse ona göz olacak, zihinsel engelliyse, her ne ise kendi vücudunun nasibini alamadığı şeyler için ona bağışta bulunacaktı. Korunmaya meydan okuyup rahme düşmekle zaten bir asiliği beraberinde getiren bebek yaşamasına karar verildiği için doğdu sonunda. Yarım saat içinde bütün testlerden geçti doğduktan sonra. Hamileliğinde tüm test ve müdehaleleri reddetmişti anne anlam verilemeyecek şekilde. Hiçbir yerinde hiçbir kusur yok. Ne beyninde ne de vücunda, kulak memesindeki ufak yarıktan başka. Özel bir davette içeri alınmayan, fakat sonra bir yanlışlık oldu girebilirsiniz denmiş gibi kendisine, buruk ve alıngan bakışlı bir bebeklik geçirdi. Onun yüzüne bakanın gözlerinin dolmaması imkansız bir şeydi. 4 yaşına geldiğinde konuşmaları herşeyden öylesine haberdarmışçasına çıkıyordu dudaklarından ve öylesine radikaldi ki annesinin parfüm şişesini kırıp ellerini keserken. Koş ellerini yıkayalım diye telaşlanan dadısına "acımıyor, peçete ver bana silerim" diyerek ona acınmasına müsade etmedi. Dağınık ve elektrikli saçlarıyla minyatür bir hippi gibi sokaklara çıkıp, evcilik oynayanların davetine burun kıvırıp, abisinin kamyonunu ve askerlerini alıp, bahçedeki üç tekerlekli bisikletten düşmeyi eşi bulunmaz bir eğlence olarak görüyor. Bir karar sayesinde nefes alıyorsa bundan sonraki kararlarda kimsenin karışmaması gerektiğini söylüyor. Zira onurunu da muhafaza ediyor tüm engellere rağmen rahme düşebildim diyerek. Sizi bir daha karar vermek üzere görmek istemiyorum. Şayet bir gün benim bacak aramdan çıkacak canlıya dünyanın bucaklarını ölçerken yardım edeceğim diyor.

7 Temmuz 2009 Salı

Sevgi Kanaması

Bir anlık öpücüğü sana verdiğimde, bunu benim içimdeki yaralardan birini tutarak yapacağım. Öpmek sızlatır beni. O duygu, titretir. Ve dans ederken ya kanatların olmazsa ortalıkta? Ağırlığıma ikimiz de dayanamayacağız. Bana bir şarkı mırıldan ve yüzünü omzuma göm. Anlatacaklarını boğuk bir sesle duymak istiyorum bu karanlıkta. Işıksızlık eşliğinde sineklere özgür bir sofra hazırlayalım. Rüzgar en çok sana sarıldığımda geçebilir içimizden. Düşerken canım acıyacaksa da umursamayacağım. Nefes çekmek, kokuyu zihine, içe ve bedene kazımak. Oldukça tehlikeli bir şey bu. Beklenmedik bir hızla fışkıran terle üşüyecek vücutlar önce sendeleyecek bakışlar. Tuzlu bir tat kalacak dudaklarında, kırmızıya çalınmış dudaklarıma baktıktan sonra göreceksin yaralarını. Kabuk bağlamaya başlarken soğurduğum birkaç damla tırnak aralarımda kalan kırmızıdan daha farklı olacak. Bir süre nefesim nefesinle kavrulacak, soluyacağım sözlerin içime akacak. Kısa bir süre dudaklarına değemeden dudaklarım kendimden geçiyorum. Dilime hücumlanan tatlarla birlikte yoğunlaşan hazların sızılarla örüştüğü yerde senin boğuk bir sesinde titreyecek avuçlarım. Ellerimi avuçlarıma bastırdığımda kanıma karşımalısın. Nefesimi hissettiğin her yaran yumuşak ve hoşnut bir ıslaklıkla kaynayacak. Bazen şükredecek bazen lanet edeceksin bu duyguya. İçine çektiğin nefesi pişmanlık duyarcasına ya da bir toprak kokusu gibi kana kana, o toprağa girmek için ölmeyi göze alabilecek kadar ya da canlı canlı içinde boğuşacak kadar ölü ya da diriliğine bakmadan bir ruhun.


4 Temmuz 2009 Cumartesi

Film Gibi

"İnsanın zihninde sesler ve görüntüler kalır hep. Sen, o sana acı veren görüntü ve sesleri bozulan bir televizyon yayını gibi kuma çevir ekranında. Ardından güzel günlerindeki görüntü ve sesleri yapıştır üzerine. Slow-motion derler ya, o atmosferde izle her şeyi. Keyfini çıkar."

Dedi psikanalist.

Peki ya koku?

Tek tek öldürdüğüm imaj ve replikleri bir kokuyla şoklayıp hayata döndüren. Can çekişen bir senaryonun yönetmenliği pek ağır. Kendini bilmez figüranlar doğaçlama dalınca rollere hep ben dublör oldum. Kuliste beni bekleyen bir ambulans bile yoktu hiç. Kokuları ben soluyup yaralarımı kendi ellerimle ondum.

30 Haziran 2009 Salı

Dayım'a

Hiç içimden gelmiyor açmak gözlerimi, ve perdeleri aralamak. Odaya ışık girecek elbette ki ama ardından yine karanlık gelecek... Tıpkı önce gülmekten gözleri yaşaran birinin ne için ağlayacağını merak etmesi gibi... Güneşi gören gözlerin merakla ve ışıldayarak bakmasının ardından karanlığın bünyesinde hüzünle dolması gibi.

Ellerimin, o salıncakta sallanırken bana aldığın aburcubur yağıyla kayıp kafa üstü yere düşmek gibi.. 7. kattan aşağıya giderken ve "Hadi bana müsade güzelim.. " demeyişin. Belki de bu düşüş 7. kattan aşağıya olmalıydı tam yanına isabet edecek şekilde, kafaüstü...

Sana bakarken güneşe bakar gibi merakla ve sevgiyle bakardım. Korkardım ya karanlık gelecek bir gün diye elimden tutardın, cesaret gelirdi ve güven duyardım. 7. kattan aşağıya baktığımda çok karanlıktı ve sen gittin. Arabanın arkasındaydın öylece elimi tutamadığın için karanlıktı hayat, karanlıktı çehren.

Trafik lambaları da ayarlanmış gibi kırmızı durdu bir süre. Sadece sana ve bana ayarlanmış gibi "korkma" dedin o kısacık sürede.. "Korkma, dinleneceğiz... "
Ve gittin işte güneşe doğru... Aydınlığa bakıp ışıldar bazen gözlerim; sonrasında beklenen karanlık gelir ve dolar yeniden o gözler duvardaki fotoğrafına bakarak sayıklarım içimden:

"Dinleneceğiz... Dinleneceğiz... "


Vanya Dayı - Anton Cehov

SONYA - Ne yapabiliriz? Yaşamak gerek! Yaşayacağız Vanya Dayı. Çok uzun günler, boğucu akşamlar geçireceğiz. Alınyazımızın bütün sınavlarına sabırla katlanacağız. Bugün de, yaşlılığımızda da, dinlenmek bilmeden, başkaları için çalışıp didineceğiz. Ecel saati gelip çatınca da uysalca öleceğiz ve orada, mezarın ötesinde, çok acı çektik, gözyaşı döktük, çok acı şeyler yaşadık diyeceğiz... Ve Tanrı acıyacak bize ve biz seninle, canım dayıcığım, parlak, güzel, sevimli bir hayata kavuşacağız ve buradaki mutsuzluklarımıza sevecenlikle, hoşgörüyle gülümseyeceğiz ve dinleneceğiz... İnanıyorum buna dayıcığım, bütün kalbimle, tutkuyla inanıyorum... (Voynitski'nin önünde diz çöker ve başını onun avuçlarına koyar. Yorgun bir sesle tekrar eder.) Dinleneceğiz! Dinleneceğiz! Melekleri dinleyeceğiz, elmaslar gibi yıldızlarla kaplı gökleri göreceğiz. Dünyanın tüm kötülüklerinin, tüm acılarımızın, dünyayı baştan başa kaplayacak olan merhametin önünde silinip gittiğini göreceğiz ve hayatımız bir okşayış gibi dingin, yumuşak, tatlı olacak. İnanıyorum, inanıyorum buna. (Dayısının gözyaşlarını mendiliyle kurular.) Zavallı, zavallı Vanya Dayı, ağlıyorsun... (Gözyaşları arasından) Hayatında mutluluğu tadamadın, ama bekle Vanya Dayı, bekle... Dinleneceğiz.... (Kucaklar onu.) Dinleneceğiz! Dinleneceğiz!

12 Haziran 2009 Cuma

Perdeler

Hemen şimdi! Arkamı dönup kaçmak geldi içimden bu kağıt ve kalemden. Elime dolanmışlardı artık. Çok geçti sıyrılmak için.


İçimde, karnımın bir köşesinde sancımtrak bir kıpırtı var.
Anlam veremiyorum.
Daha önce buna benzer bir şey yaşamış mıydım?
Hatırlamıyorum.
Hafızamı biraz sonra yüzeyde eriyip dibe doğru spiral bir şekilde yol alacak bir kağıda benzettim şu an.
Üzerinde iki satır var; yazdıktan sonra okumayı ihmal ettiğim.
İhmal ettiğim herşeyimi rüzgarın alıp denize savurduğu sahnelerden biri gibi.
Ve şimdi perdeler kapanıyor alkışlar eşliğinde.
Tek bir seyircinin tutuk alkışları.

8 Haziran 2009 Pazartesi

Bir Yazı

İpi sımsıkı doladığım ayak bileğimden sesleniyorum. Kangren olacak birazdan beyinleriniz. Ah şu beyinleriniz... Midelerinizdekilerle doyabilselerdi keşke.
Günlüklerim yazılamasın diye güneşi gizleyebildiniz mi? Ne o? Balçık yetiştiremiyor musunuz son kullanıcılarınıza, boktan fabrikalarınızda?
Ayşegül'ü gören var mı, nerede şimdi? Hani vardı ya okulda, piknikte, fuhuşta. Bir de Ayşegül'ün bacaklarını dikizleyen ama aslen tat tat bakıp gülümseyen. Onun adını hatırlayamadım bak.

- Top Ali olmasın?
+Eşcinsellere saldırmaktan ne zaman vazgeçeceksin?

Nereden geliyor bu değirmenin suyu? Tarladaki kızçocuğundan elbette.
Bir de sofrana geliyor sonra ekmek. Buğday tarlasında karşılaştığı tecavüzcüsüyle hayat kuracağını nereden bilebilirdi ki.

Ye biraz sen de. Yedikçe ye. Her verenden ye bir de sindir. Oh ne iyi. Bence sonun reflü ve diyabettir.

Ayaklarım karıncalaştı mı ne. Kalkıp anlatmak istemedim şu an suratını. Gözlük var kocaman; amcamın kısrağınkisinin aynısı. Bir de iki ağız, bir kulak var yarı sağır. Amaçlarından sapmış.

4 Haziran 2009 Perşembe

Ne Üşümek Vardı Hesapta, Ne De Düşmek



Paketteki son sigaraya merhaba! Birazdan vedalaşacağım onunla da nasılsa..
Birden penceremin karşısındaki sokak lambası aldı gözlerimi. Sanki şehrin tüm elektrik enerjisi bu lambadaydı, öyle parlıyordu. Ön tarafında kalan yaprakalar rüzgardan sallanırken ışığına ket vurmaya çalışıyor gibiydiler; acizlikten bir süre sonra duruluyor sonra yine celalleniyorlardı.

Yatağımda doğruldum ve bir süre izledim gözlerimi kısarak sokak lambasını. Sonra aklına parlak bir fikir gelir ya insanın, o şekilde kıpırdandım ve elimi uzatmak üzere pencereyi açtım. Ya da evet, karşı kaldırımda olmasına rağmen ben bu hevesle dokunabilirdim o ışığa diye geçirdim içimden. Ne üşümek vardı hesapta ne de düşmek..

Pencereyi açmamla birlikte o hunhâr soğuk yüzümü yalayıverdi. Tıpkı ıslak suratını buzdolabına sokmak gibiydi bu. Katlanabilirdim, ölmeyeceğim ya. Bir hamle daha yaparak uzanmaya çalıştım sokak lambasına. Sarı sarı gece güneşi gibiydi işte, zorlaştıkça daha da heves sarıyordu beni; dokunacağım az kaldı!

Ah..Tabi ya.. Görmüyordum önümdeki parmaklıkları. Yüzüme vuran soğuktan bin kat soğuk, bin kat sert parmaklıklar çarptı göğsüme. Sonra kursağımda kalmış heves boğdu beni. Oysa ne ne üşümek umrumdaydı ne de düşmek..

Tüm tehlikelere rağmen elimi uzattığım ışığı izlemekle yetindim ve son nefesi de çekiyordum artık sigaramdan. Pencereyi kapattım ve yorganı çektim kafama. Sımsıkı kapattım gözlerimi, ağlamadım hiç, düşebilirdim o parmaklıklar olmasaydı evet. Ama o gecenin soğuğunun hastalığı kaldı bende. Bir de o sarı ışık, ukde.

Ayça'ya


Duyulan sesler haberi veriyor şimdi. Kurtların ulumasından anlaşılıyor dolunay'ın kıyafetini çıkardığı. Sanki çok güzel bir kadının meşk öncesi hazırlanışına hayranlık naralarıydı kurtların uluması. Bulutlar yavaş yavaş sıyrılırken omuzlarından parlıyordu eteklerinin uçları. Rüzgar da hafiften ıslık çalarken balkonun trabzanlarına iki eliyle tutunarak gözlerini kapadı o an, derin bir nefes aldıktan sonra masmavi gözlerini açıp baktı dolunaya. Dolunay da memnundu ki bu duruma yansıttığı ışık sadece ve sadece Onun gözlerinde parladı. Adından da belliydi ki o dolunay'ın bir parçasıydı.

Onun gözlerinde dolunay fotoğraf karesine sığmayacak kadar devasaydı. Öyle ki, alabildiğine yakın ve parlaktı. Hayallerini anlattı AYparÇAsı ve dolunay aksetti ışığını. Umutla sola eğdi başını ve gülümseyerek aldığı nefesini geri verdi. Ve sevincin getirdiği gözyaşı, yüzüklü işaret parmağına damladı.

Kurtlar bu sefer kıskançlık dolu bir tonla ulumaya başladı. Bir nefes alış-veriş süresine sığdırabiliyordu çünkü O ve dolunay diyaloglarını. Sözü geçen tüm bu şeyler bir nefes alış-veriş sırasında fotoğraf kareleri şeklinde yerleşti gökyüzüne, ve bir dilek tuttu o karelerden biri kayıp düşerken yeryüzüne. Dolunay anlattı gerçekleşeceğini mavi gözlerine ve o bir damla yaş nazlanarak damladı. Kurtlar pes edip eğdiler başlarını; sanki taş kalpli bir cellata kurban gideceklermiş gibi.

Ay üzerine çekerken hırkasını havada asılı kaldı son bir bakış . Derindi O ve parlaktı dolunay. Derin ve parlak bakışlar rüzgarın kalbinde sarmaş dolaş oldular. Ve uykunun kollarında rüyaların eşsiz köşklerine yer ayırtıldı. Köşkler de öyle böyle değil; merdivenleri bulutlar arasında, kapısı da dolunay kadardı -aslında dolunaydı-. Duvarları ve tavanları umutlarındaki bulanıklığın netleşmiş kıvamıyla kaplıydı.

Mavi gözler gündüz açıldığında o köşklerin en güzelinin tavanına bakmaktaydı...

1 Haziran 2009 Pazartesi

Bir Şeyler Kalmış Olmalı

Hava yeni karardığı zaman.
Tırnaklarımın içinde hücrelerin var.
İçimden kazıyarak attım seni.
İçim acıdı.
Kokun hala tırnak aralarımdaydı.
Beynimdeki konuşmalarımızdan oluşan dizelerden kurtuluşun
bir yolu olmalı.
Biraz sonra binip gideceğin otobüse seni uğurladıktan sonra
boynumu lastiğin önüne koyacağım.
Kopuversin kafatasım.
İçimde ayrı, beynimde ayrı bitmek zorunda kalmazsın o zaman.
Hafif bir sarsılırsın yolcu koltuğunda.
"Tekerleğin altında bir şeyler kalmış olmalı.." diye söylenerek.
Sonra o saatler sürecek yolculukta,
düş yansımalı camda kendi donuk gözlerine bakıp
"Bir şeyler kalmış olmalı..." diye tekrar ederken o cümleyi
şehirlerce uzakta,
defalarca hatta,
içine akıtmalısın gözyaşlarını.

Terminalde bıraktığın gibi hâlâ,
kavuşurken ağlayıp vedalaşırken gülümsemiş bir suret,
ayrıldıktan sonra sevişmiş bir beden,
koptuktan sonra bağımlılaşan bir ruh gibi

-- Bir şeyler kalmış olmalı.--

(tekerleğin altında)

27 Mayıs 2009 Çarşamba

Yol Üstü

Henüz tadına varıyorken terk ettiğim mutluluklar yine bi dünya oldu. Bip! Mesaj geldi ama bakmayacağım şimdi. Devam..
Az önce, daha bir aydır tanıdığım çok tatlı bir dostumla vedalaştım. Uzun süre görüşemeyecek gibiyiz. Tekrar görüşebileceğim biri ama her veda bana bu hissi veriyor. Hüzün yine damarlarımda faaliyete geçip boğazıma o bilindik düğümü hatırlatmadan geçmiyor. Yaya geçidinden geçiyorum. Hem de yeşil ışıkta. "Ne zamandır kurallara uyuyorsun kız sen?" diye sormadan edemedim kendime şimdi.
Arada bir kafamı kaldırıp karşıma baksam iyi olacak. Bu yol biraz tehlikeli çünkü. Olmadık yerde, kendinde olmadığında mesela, ufak çocuklar o geçtiğinde parmaklarıyla gösterip "Hey şuna bakın! " diyebiliyor. Ve sen dönüp baktığında gözlerini kaçırıp hızla uzaklaşmak için önündeki her şeyi ezip geçebiliyorsun.
Karşımda mahallenin delisi belirdi. Bildiğin deli. Aklını ve kalbini iki dakikalığına ödünç alanların dolandırdığı. Karşılaşacağımdan korktuğum şey için başımı kaldırdığımda karşılaştığım bir başka hikaye silsilesi.
Serinletmese de eser böyle bazen. Cayır cayırken sağ elinin içi ve belinin sol tarafı, üfler geçer uzaktan uzağa. Yürürken yazmamıştım hiç. Ama yürüken çok konuşuyorum galiba. Neyse apartmana geldim şimdi, bitsin burada.

21 Nisan 2009 Salı

YirmibirNisan

Dokunsalar ağlarım. Senin doğumgünün bugün ama yanında değilim. İkinci oluyor bu telefondan kutlayacağım doğum gününü. Dün ayrıldık ama çok özledim. Canımsın, hayatımsın en sevdiğim insansın diye saymaya başlamayacağım. Bütün iyi şeyler sensin. Şu anda tek bildiğim senden uzak kalınca sana normalden daha fazla ihtiyaç duymaya başladım. Bir de doğum gününde yanında değilim. İyice kırılganlaştım.
Sevdiğin çilekli pastadan yapsam, sen gelene kadar bozulacak ki o. Yok yok, böyle olmaz bu. Yarın ilk otobüsle geliyorum yanına. Seni çok seviyorum anne. Annem. Benim annem. İyi ki doğdun, süper bir şey bu. Tanrım, teşekkürler!

6 Nisan 2009 Pazartesi

Dünyanın her hali burda, dağınık odamda

Yağmurlar yağmış yine bu sabah. Toprak nasıl mis kokmuş. Serçeler ıslanmış kuytularda, tatlı bi serinlik var içime çektiğim havada. Bugün bisiklet sürmeyi planlıyordum ama üşendim nedense. Sınav sonrası stres atmanın en sıkı yollarından biri odanın şeklini şemalini değiştirmek, temizlemek filandır benim için. Bir de etkileyicidir bu yöntem. Bir yerlere sıkıştırıp sakladığın şeyler çıkar ortaya. Eski kıyafetler, eski fotoğraflar, eski notlar...

Kapağını açtığım kutunun birinde küller vardı. Önce afalladım bu ne diye.. Sonra hoop o ateşi yaktığım güne gittim. Daha doğrusu ilk etapta yakamadığım ateşe...

Bir gece yine böyle sigaralarla bunalım şarkılarla kendime işkence ediyorken fotoğraflarını alıp elime, bir yandan zırlıyordum bir yandan da kibriti yakmak için kutunun içinden çöp çekiyordum. Çektiğim çöp yanık çıkmıştı.. (Hani senle bir sınav günü senin arabanda sigaramı kibritle yakıp çöpü tekrar kutunun içine atmıştın. Ben de "Babam da senin gibi içine atıyor sonra yanmamışını bulana kadar deliriyorum!" demiştim.) Bu durum karşısında öyle kala kalmışken sen aramıştın. Nasıl da titremiştim tepeden tırnağa... O gün yakamamıştım fotoğraflarını...

Sonra nasıl olmuşsa yakmışım ben o fotoğrafları, küller de kalmış öyle içinde. Götürüp sokağa fırlattım kutuyu, küller savruldu havada. Aynı senin gibi; aynı geçmişim(iz) gibi.

Bir defter çıktı sonra karşıma kutulardan birinde. İlkokul'da hemen herkesin hatıra defteri vardı. Ben sadece okul arkadaşlarıma değil aileme de hatıra yazdırmıştım. Ve 2003'te rahmetli olan dayımın yazısını okuyup gözyaşlarına boğuldum. Aynen şöyle yazıyordu:

"Canım yeğenim Semra,
Bu hatıra defterini açıp okuduğunda senin çok neşeli, çalışkan bir kişi olduğunu biliyor olacağım. Hayatın boyunca bu çizgiyi sürdürmeni; yılmayan, araştırmacı, mücadeleci ve bu mücadeleyi sürdürürken kırıcı olmayıp herkesin düşüncesine saygılı ve değerlendirici olmanı diliyorum. Başarılar diliyorum. Seni çok seviyorum. Dayın, Mehmet." (sene 1994)

Hayatta olmayan ve iyi temennileriyle ufacık bir notla (manevi değeri de bir o kadar büyük) da olsa hep yanımda hissedebileceğim bir insan. Bebekken dayıma baba dermişim ben. Yetim hissediyorum kendimi..

Çalışkanlık ve yılmamak konusunda belki haklısın dayıcım ama neşeli olmak konusunda çok dengesizim. Bir öyleyim bir böyle. Keşke hayatta olsaydın. Sana anlatmam gereken çok şey var. Biriktiriyorum onları ama unutmaktan korkuyorum. Uyumam lazım. Rüyamda gelirsin belki yine, bana aldığın eti pufla, iş dönüşü kucağını açarsın zıplamam için kollarına.

Dedim ya odasını değiştirmeli bazen insan. Terk edenlere veya terk edilenlere rastlayıp geçmişi bir yâd etme ritüelidir bu aynı zamanda. Bir iç hesaplaşma bir gözden geçirmedir ki "iyi ki" ve "keşke"lerin birbirlerine selam çaktığı anın kısa metrajlı filmidir.

Yeni düzenime alışmamalıyım. Beni bekleyecek olan başka geçmişler birikecek çekmecelerimde ve yatak altında bir yerlerde.

12 Mart 2009 Perşembe

Merhaba Yeniden

Merhaba yeniden…
Merhaba yalnızlığım… Geceler senin en vefalı aşkın.. Kucağında ağladığın, yastığını ıslattığın, bunalımlarının dibine vurduğun geceyarıları…
En dugusuzunu da en aşığını da şikayet ettiğin gecenin koynundasın yine yalnızlığım..
Ha bir de kederle içine çekip bezginlikle üflediğin sigaranın dumanı sarar başını..
O an cennetindir içinde bulunduğun cehennemin..
Sen acıyı sevdin zaten hep.. O da sana aşık ne zamandır körkütük.. Yalnızlığım.. Merhaba yeniden…

Geceye de ihanet etmedim mi sanki.. Uyku haplarıyla defalarca atmadım mı uykunun koynuna kendimi.. Midem yandı defalarca belki lanet ilaçlar belki de çıkmazlarla dolu aşklar yüzünden..
Ama yine de kaptırdım kendimi uslanmamış bir çocuk gibi aynı oyunlara…
Yine ben mızıkçı oldum yine ben atıldım oyundan..

Aşktan korkmak değil.. Sadece uzaklaşmak benimkisi.. Her defasında “Akıllandım ben!
Aynı hatayı tekrar yapmayacağım!” zırvalarını da geçtim.. Hislerimi yitirdim.. Bitti!!!

Ve yalnızlığımla ben yine en vefalı yerde, gecedeyiz… Herkesin köşesine çekildiği bir anda sevişmekteyiz acılarla..

28 Ocak 2009 Çarşamba

Ambar

Zihin köklerimde biriken kavgaların karası bulaşık ellerime. Açıp açacağım her yeni sayfaya bulaşıyor her seferinde, nasıl da pis. Karşımdakinin halini kendimden bilirim. Sesimi çıkaramıyorum. Umudun kapısını çalmak bir tarafa tok sesler geliyor kapının ardından her vuruşumda. Belli ki duvarlar yükselmiş arkasında, tımar edilmemiş yaban otlarıyla örtülmüş anahtar deliği. Sakini olduğum yorgun sokakta aceleci adımlar sıralanıyor art arda. Sokağın sonunda ödenmemiş bedellerin yığılı olduğu bir ambar duruyor. Herkes bu çevik adımlarla oraya varıyor. Ambarın girişinde önce birkaç sevgili kellesi çarpar ayağına insanın. Birkaç adım sonra onlarca ahın ruhuna getirdiği irkilmeye hazırlamalısın kendini. Kulak dolusu uğultular eşliğinde az ileride yığılı duran "mutsuz son" lu hikayelerin anlatıldığı kitaplarla dolu koca bir kütüphane göreceksin. İçerisi hiç ama hiç hoş kokmaz önce, yine de iyice içine çek kokuyu; gör bak senin de gözlerinden yaşlar gelecek.
Ambarın bir köşesinde bir tabure üzerinde kerpeten arkadaş oturur hiç ayrılmaz oradan.
Zalimlerin derilerini tırmalarken tırnak aralarında biriken intikamları tırnaklarınla birlikte ayıracaktır ellerinden. Kerpeten arkadaş fiziksel acının ruhsal acıyı dindiremese bile hafifleteceğini savunur hep. Onun da diğerleri gibi, giriştekiler gibi, kesile kesile bir tek kafası kalacak geriye. Ama her şeye rağmen o bile kafasının içindekileri atamadı hala. Beynindeki hiç bir şeyi hem de. Kim bilir, belki ilk önce kendi kafasını uçurması gerekirdi.
Ve hiç kimse buradan daha iyi bir vücut ve daha iyi bir ruh haliyle ayrılamadı. Ambara giren her vücut ruh bulamazdı ,zor işti. Ambardan her çıkan ruh da hiçbir vücudu hak edemedi.

27 Ocak 2009 Salı

Yalan

Ben bir yalan söyledim. Büyük ya da küçük. Az önce iki kişi karşısında bir yalan uydurdum. Hem de kendi menfaatime. Kimseyi zarara ya da zora sokmayacağımı bildiğim için teselli ettim kendimi. Mutlu olacağım bir şeye neden tepki gösterilsin ki? Ama işte sakladım. Bir yalan huzursuzluğuyla bozdum neşemi. Geri dönemedim bu yaladan. Hani bir çamur lekesi gibi yapıştırdım zihnimin ve kalbimin beyaz perdelerine. Nefesimi tuttum gözlerime baktıklarında. Ben nasıl bir yalanı bu kadar becerikli bir şekilde söyleyebiliyorum? Kendimden tiksindim. Yalan söylemek ne bedbin bir duyguymuş. Ufak tefek yalanlar söylediğimde nasıl atlatıp rahat kalabilmişim... Geceleri nasıl uyuyabilmişim şimdiye kadar... Şimdi bu yalanın kimseye zararı olmasa bile sadece bana artısı olacak diye icra edilmiş olması ne kadar iğrenç.

Bir şeyi olduğundan farklı göstermek, gerçeği gizlemek, sahte konuşmak, güven sömürmek, şimdiye kadar doğruluğu ve dürüstlüğü bana rota olarak çizmiş aileme ihanet... Ben bir yalan söylerken bunların hepsini de yapmış oldum. Bu ne şimdi günah mı çıkarıyorum? Kimseye söylemedim. Herkese anlatıyorum.

Ben bu değilim. Nasıl da acımasızım. Sadece kendi iyiliğimi düşünen bir bencil mi oldum? Bununla ne kadar yaşayabilirim? Bir çocuğun yıllarca beraber yaşadığı ailesinin kendi anne babasından oluşmadığı, yahut bir kadının başka birisinden doğurduğu çocuğu yıllarca eşine senin çocuğun diye yutturması... Nasıl yıllarca bu yalanla yaşayabiliyorlar? Ben ilk yarım saatte çıkmaz bir sokakta hissettim kendimi. Kayboldum.


Sana onca ihanet eden kişilere küfrettin bunca zaman;

Küfredeceğin insanların arasında yerini almış oldun.

Kendine, sen de ihanet ettin.

İşte trajedin bu senin.

23 Ocak 2009 Cuma

Siyah

Siyah hastalığı...
Siyah oje, giysi, aksesuar vs.'den sonra gıda maddelerinde de aşırı dozda siyah alıyorum. Rio black, alpella dark, chewydent simsiyah, nescafe sütsüz, efendime söyleyeyim tesadüf mü denir artık siyah psikopatlığındanmı gelir bilemedim şu anda Jean -Christtophe Grangé'in hangi romanını okuyorum bil bakalım? Siyah Kan!
Siyah'ı hep sevdim ve hala seviyorum evet. Sıkılmadım da siyah bir hayatım olduğu için. Bana Hediye alacak biri mutlaka siyahını tercih ediyor alırken. Düşünsene annem bile çiğdem verecek bana mesela, benim için ayrıyetten bir poşet siyah çiğdem almış oluyor ve ondan veriyor. Artık diye başlamak istemiyorum sözlerime ama arada bir kırmızı ve mor tonlarda takılmaya meylediyorum. Siyaha asla ihanet etmiyorum ama sanırım "siyah renk değildir" savını benimsemiş zihniyetlere de bu rengi bünyesine alanların kolay kolay bundan geçemeceğini hatta niyet bile etmeyeceğini belirtebilirim a dostlar.
Bayan Siyah.

8 Ocak 2009 Perşembe

Toplu İğne

Seni aklıma her getirişimde mideme toplu iğneler saplıyorum. Kontrolsüz bir biçimde her seferinde bunu tekrarlıyorum. Olsun, bu acıyı seviyorum. Seni seviyorum, damağıma depoladığın acı tadını, yüreğime aşıladığın sızını, bir de iğneleri seviyorum çok. Hepsi sensin, senin yadigarın. Yalnız kaldığım zaman anılarımızın saçlarından kavrayıp bağrımda ısıtıyorum yüzünü. Denizin serkeş çığlıklarından dinliyorum sesini ve ağıtlarımı bir şişede biriktiriyorum. Kelimesiz, cümlesiz ve sessiz. Kesif bir şarap kokusunu andırıyor ağıtlarım şişede ve içmeden sarhoş edecek cinsten bir koku bu. Aynı şehirde alamadığımız nefesin bensizken bu kokuyla boca olmalı ki yabancı bir kokuda ruhundan eksilmemeli anılarımız. Karanlıkta yazıyorum bu görünmez sözcükleri ve damla damla biriktiriyorum şişenin içine. Bir ışık var yukarıda mum ışığı gibi. Ama görmüyorum hiç bir şey. Hem mum dibine ışık vermez ki. Hissediyorum ellerimin ıslaklığından şişede yer kalmadığını. Oysa daha yarısını bile dökmedim içine ağıtlarımın. Bir hıçkırık zamanıyla eşdeğer bir hamlede kapatıyorum ağzını. İskeleye yapıştırdığım yüzümden süzülen damlacıklarla kabarırken deniz, fırlatmama gerek kalmadan aldı elimden şişeyi ve çekti hoyratça. Gözümün hizasında uzattığım elimi yavaşça geri çektim ve yüzümün altına yerleştirdim. Lanetli şişmiş cesetlere hizmet ettim gözlerimle. Bir batıp bir çıkan su yüzüne. Buradan ruh teslim etmek moda olmuş sanki tanıdık ve tanımadık tüm yüzlerin ölü gözleri üzerimde. “Hadi ne duruyorsun katıl bize!”
Canhıraş bir ağlama sesi geliyor uzaklardan ve ben ilk defa bu kadar duyarsızım sessizlik içinde geçen aylara rağmen. Bir toplu iğne daha ekleyerek iyice bastırıyorum midemi zemine. Ölülerin delici bakışları ve uzaklardan bir yerlerden gelen acılı ağlayışların arasında bir yerde işkence ediyorum kendime. Seçim yok, tercih yok. Işık yok. Koku yok. Korku yok. Şişe de yok artık elimde. Midemi delik deşik eden iğneler sayesinde kustuğum o şarap var yerlerde. Anılarımızı, seni, acını, sızını… Hepsini dağıttım iskelenin yüzeyine. Hepsini okşadım parmak uçlarımla, kokladım. Yine aklıma düştün, ağladım.

Fotoğraf: http://abuseofreason.deviantart.com/art/Night-s-Sorrow-65403882

24 Aralık 2008 Çarşamba

Yakın ve Uzak



Yıllar önce en yakınımdın, sonra yıllarca hep uzak. 5 yıl kadar işte. En yakınım en uzağımda kulaklarımı çınlattın hep. Çok arattı seni gelenler de gidenler de. Senden de çalmışlar parça parça benden de birçok şeyi. Ve hatta senelerimizden de. Birbirimizi arıyorken uzak düşmüşüz, öyle ki yanlış yönlere doğru yürümüşüz. Yakınım, baya uzak düşmüşüz dönüp baktığımızda. Şimdi yine bir veda ritüeliyle ve döneceğine dair umutla tekrar uzaksın yakınım. Böyle olsa da bunca zaman sonra tekerrür eden mahrumiyeti kabullenemiyorum ben. Özlemek? Var elbette, en şiddetlisinden. Kovalıyorum günleri ve yakınlaşmıyor uzak. Yakınım uzak, uzakta yakınım. Ben onca yılın özlemini giderememiştim halbuki...

19 Aralık 2008 Cuma

geçmiş zaman

geçmişler biriktirdim hep bu yaşa kadar. her birinin geçmişini ruhuma işledim. şimdi eski sevgililerim aklıma geliyor da bir bir... geçmişlerinizmiş teker teker sizi benden ayrı koyan. geçmişlerinizden yarattığım bir geçmiş olmuş hayatımda sizden arta kalan.
hepiniz cehennemdesiniz benim gibi. görüyorum. ben de yanıyorum, sen de, o da, diğeri de, öteki de, beriki de. yanıyor herkes.
bir kişinin gözyaşı yetmiyor sönmeye, ağlıyor herkes bir gün söneriz ümidiyle.

nedennoktalardansonrabüyükharflebaşlamadın*
şifttuşunabasacakmecalimyok.

7 Aralık 2008 Pazar

Ağrı

Masanın bir ucunda elimde sigarayla eşlik ediyorum işte. Çok güzel muhabbetler ediliyor ve hepsine dahil oluyorum. Karşıdan da bakıyorum kendime, nasıl yalnız ve biçare bir yüz ifadesi bu? Kalabalıklar içinde hissedilen yalnızlık böyle bir şey galiba. Gülücükler saçarken içimdeki kahır dolu sesleri hiçkimsenin duymaması...
Her kahkahada içli bir yakarış seziyorum kendi sesimde. Bir yandan da bana bakan gözlerden kestirmeye çalışıyorum anlaşılıyor mu acaba diye. Sonra rahatlıyor içim, bu ironiye sadece ben tanık olduğum için. Masanın altında not defterime bunları yazdığımın farkında herkes. Yine de hiçbiri, aramıza yeni katılan arkadaşı selamlamak üzere bir süre harekete geçmiyor o an. Ve elimdeki not defterine yazdıklarımı merak edip okumaya da yeltenmiyor hiç kimse. Bir iki dakikalık bu durağan atmosferden çıkar çıkmaz kalemimi ve not defterimi çantama yerleştirirken yeni gelen arkadaşı ilk ben selamlıyorum. Sonra hepimiz oturuyoruz, bir süre sessizce. Yazarken sesli mi düşündüm diye şüpheye düştüğüm anda masanın diğer ucundaki arkadaşımla göz göze geliyoruz ve diyor ki: "Birkaç yazını okudum ve gerçekten güzel yazıyorsun. " Yanaklarımdan tüm vücuduma yayılan bir karıncalaşma hissediyorum ve boğuk bir sesle nazikçe teşekkür ediyorum. Sonra plan ve projeler yatırılıyor masaya ve kararlar alınıyor bir yandan. Beynimin içindeki inlemeler ve boğazımdaki düğümler ertelenmek üzere yerleşiyor çekmecelerimden birine. Ertelediğim birçok şeye ait yığının tepesinde yerlerini alıyorlar.
Odama geçip yüzümü yastığa gömdüğümde nefessiz duruyorum bir süre. Bu sefer ıslatmıyor gözlerim yastığımı ve herşey yerli yerinde hala. Bu ağrı hiç kesilmiyor.

26 Kasım 2008 Çarşamba

İçimden Söyledim

Ne kadar gevezeymişim içimden konuşurken ben.

Zihnimdeki sözcükleri toplasam şöyle sayfalar dolusu makaleler çıkacak sanki.
Diyordum ki ayaklarımızın altı acıya şişe yürüseydik şöyle sahil yolunda seninle.
Senin duyamadığın sözleri dilime aktarabilirdim belki.
Deniz gelince gözümün önüne, kokusunu içime çekince çözülür belki dilim.
Çünkü ben bu sudan çok içtim gözlerim vesilesiyle.
Her gördüğümde denizi, bundandır gözlerimi kısıp belli belirsiz gülümsemem.
Çalakalem de olsa yazacağın bir mektubun umuduyla beklerken kıyıda, gözlerimden inciler düşürürken tane tane ama mat.
Belki bir şişenin içinden duyarım sesini.
İşte, hayal benimkisi...
Of...
Bu sigara da bitmemeliydi şimdi.
Yazık.
Düşünsene çıplak ayakla söndürülürken çektiği eziyeti izmaritin.
Tükendikçe, aldığı yaraları anbean artan ve ölümcül bir baskıya maruz kalan kıvılcımların cız eden yürekleri.
Bu duyulan özlemlerin ritüelleri nöbet misali tıkarken boğazımı kızaran gözlerimden nar ekşisi
damlatırım dudağıma.
Ekşiyecek suratıma kefil bu damlalar.
Şöyle doyasıya gülebilir gözlerim, ışıl ışıl olabilir karşında.
Ama anımsatma bana uzağı, hasreti ve vuslatı.
Evet vuslatı. Onu beklerken içime işleyen sızıdan ördüğüm ağlar var benim.
O ağlarda mahsur kalmış sevinç kelebeklerim.

Ruhumun kafası şişti artık, susmalısın rehberim.
Hadi yat artık, uykun yok mu senin?

13 Kasım 2008 Perşembe

Paragrafbaşı

Ne iyi ettin de geldin. Bak iyice bende eski ben var mı. Hiç değişmemişsin derken sana bakarken başı dönmüş sersem halimden bahsettiğini biliyorum. Oysa ilk sordun da bana bunca zaman sonra neler oldu hayatında? Hiç dedim aynı. Aynı ama çok üzdüler beni, çok ağladım. Hani şimdi sen karşımdayken dimdik ayakta buldun ya beni, öylece karşında gülümseyen. İçimde katmerlendi atlattığım sendromlar bir bir.
Uykudan korkuyla uyanınca içi titrer ya insanın, sonra ellerine ayaklarına doğru yayılır bu titreme. Bir ürperti bir sendeleme. Öyle şeyler gördüm geçirdim gecelerce. Eimdeki kolonya şişesiyle bile konuştum midemin bulantısına karşı mücadele verirken. Sonra bir gürültü kıyamet. Baktım sonra ellerim kıpkırmızı. Fark etmemişim kolonya şişesi çoktan tuzbuz çorba olmuş aynamla. Kendimi de göremiyordum zaten. Sonra şıp şıp sesler geldi ellerimden. Hissettim sonra üzerime sildim ellerimi. Siyahın üzerinde belli olmuyor kan izleri. Dursun dedim üzerimde. Her renkli duyguyu yuttuğu gibi kırmızının hıncını da yutardı çünkü siyah.

Paragrafbaşı dedim kendime sonra. Hadi bir kaldır kafanı. Ayna da yok karşımda sen anlat beni şimdi. Hiç değişmemişsin dedin. Ses tonun aynı hala. Düşündüğün herşey olduğu gibi çıkıyor dışarıya. Ya, öyle işte dedim. Çok şey kattı bana benden kopartılan her şey. Hani çizgifilmlerdeki kafası kesilen canavarların, kesilen yerden 2 başının daha çıkması gibi. Olgun da oldum çocuk da. Gördüğüne göre yordu, görüngüler dünyasının yavruları. Hissetti kimisi ya da hissetmiş numarasıydı. Hani o sırada sen bunları söylerken ben şöyle düşünüyordum. Ve senin bu düşüncemi anladığını da hissediyordum diye bir gün dillenecek gibi kekremsi bakışlar gördüm hep. Duruluğunu kaybettiğinde zihnim konuşmama daha kilometreler vardı. Koşmak lazımdı, cümleleri kat edene dek bir sonraki kelimeyle bulunduğun kelime arasında virgül yoktuysa hızını alamamalıydı.

Sessiz kaldı bir ara ortalık. Her sessizlikte yavaş çekime mi girer dünya? Görüntü bir karardı bir parladı. Sonra konuşmamı istedin havadan sudan olsa bile. Uçların vardı senin, komik gelir sana ama öyle hala. Deli bir halin. Ben içimden, sen gayet dışa dönük. Bu tuzlu suyu çok içtim dedim. Sen yanımda otur bazen. Benimle yürümezsin biliyorum. Ama arada bir yanıma otur. Dokunmasan da olur. İki çift laf et. Git sonra.

26 Eylül 2008 Cuma

Deneme bir`kiüç



Arkadaşımın teşvikiyle başladığım mektup projesi hakkında ümidim tükenmek üzere a dostlar. Mektuplar öyle şeylerdir ki cevap bulamadıklarında ya bir deneme ya da bir düz yazı niteliğinde kalırlar. Yazılarımın yazılma aralığının çok geniş olmasından yakınan (okur değil de.. ne denir? sen söyle) ziyaretçilerime kaytarma yazısı gibi de gelmesin, üzülürüm. Yazacağım yazıları iyice demlemeden ölçüp biçmeden koyunca bana çok çiğ geliyor. Geç olsun güç olmasın derim.

İki sevgilinin çok sevseler de ayrı kalmak zorunda oldukları teması işlenecek bir projeydi. Olsun, canı sağolsun. Normalde bana yazmak için şevk gelemeyebiliyor çoğu zaman. Aşağıdaki yazı da onun teşvikiyle çıktığı için ona sitem değil teşekkürü bir borç bilirim.
Not: Yazının devamı varmış gibi durması da cevap bekleyen bir mektup taslağı olmasındandır kafanız karışmasın.



---------------------------------------------------------------------------------------
- BAŞLIKSIZ-



Kabusların tufanından sıyrılıp yorgun bir şekilde uyandım sabaha. Saatlerce uyuyup hiç uyumamış gibi mahmurlukla çerçevelenmiş gözlerimi açtığımda simsiyahtı tavan. Odanın içindeki herşey siyah beyaz bir fotoğraf albümünün bombeli bir dizilimiydi sanki. Yatakta doğruldum ve düşündüm bir süre, düşündüm ne kadar olmuştu uyuyalı, belki de sabahın o kör saatinde uyandığım için böyleydi ortalık. Tan ağarmamıştı henüz, donuk gözlerime rağmen burun sızısı geçmiyordu bir türlü. Her an ağlamaya hazır, bir o kadar da hiç ağlamayacakmışçasına katı bakışlarla süzdüm etrafı. Banyoya attım kendimi, ellerim titriyordu musluğu açarken, kaşlarımı çatıp birkaç kez bir elimle diğerine, ötekiyle berikine birkaç tane patlatıp koyverdim gözyaşlarımı. Aynanın karşısında tanımadığım değil; gayet iyi tanıdığım kendimi ve çehremde gizlediğim bir senin gözlerinin değdiği yerleri de görüyordum bariz bir şekilde. Öfke değildi içimdeki özlemdi sadece. Masalların repliklerine öykünen 'bir varmış, bir yokmuş' ritüelin bugün daha da benimsenecek bir hal almıştı.
Telefona uzandım, sonra gelip geçici bir tereddüt anında telefon çaldı, zaten ahizeyi kaldırmak üzereydim ve başladık:
+ Telefonun başındaydın sanırım, açtın hemen?
- Yok, hayır.. Ben başkasıyla konuşup yeni kapatmıştım.
+ Anlıyorum. Ne durumda olduğunu merak ediyorum o yüzden aradım. Ama görüyorum ki telefon görüşmelerin var rahatsız etmeyeyim ben seni..
- Sarsılma derecemi mi merak ediyorsun? Telefon görüşmeleri(!)m filan da değildi yalan söyledim. Zaten hep kendini buna inandırmadın mı seni aldatmış olabilme ihtimalime sığınmadın mı..
+ Konu bu değil bunun için aramadım.. İçinde bulunduğumuz durum ikimizi de günbegün yiyip bitiriyor.. Seni seviyorum, bu hiç değişmeyecek.. Ve inan ki ileride...
- Sus ne olur acıtma canımı daha fazla!
vs... vs...
En son konuşmalarımızdan aklımda kalan kadarı.. O kadar alıştım ki bu sözleri duymaya her ayrılık konuşmaların birbirinden farksızlaşmaya başladı... Bu kaçıncı denemeydi hatırlamıyorum, yine hüsran.. Her seferinde kanadı gözünün yüzüme değen yerleri aynada. Kalbini tamamen açmıştın bana oysa hep, hissediyordum bunu; senleydim senin gözlerime bakarken titreyen ellerindeydim. Çok severek nasıl vazgeçiliyor bana bunu öğretmeye çalışmaya kalkma. Sen çoktan becerebildin bunu ama benden bekliyorsun hala sineye çekip hayatıma devam edeyim diye.
Sana beraber olamayacağımıza dair aramızda bulunan bin türlü farklılık bulabilirim. Oysa sen hiç misafirliğe gittiğin bir tuvalette ayağına uymayan terlik giymedin mi? Israilde hitler t-shirtu giymek gibi bir çılgınlık istemedin mi? "Ben küçükken sarışınmışım sonradan esmer olmuşum." demedi mi sana kimse hayatında? "Uyuyor musun?" sorusunun saçmalığını düşünmedin mi daha evvel? Aslında o kadar farklı değildik. Tüm bahanelerin senin olsun. Evet belki imkasızdı devam etmek ama göze alamayıp çabalamaktan vazgeçiyorsun. Cesaretimi kaybediyorum artık bende değilsin. Gözlerin uzak, içime akamıyorsun bakarken bana. Gözbebeklerinin ortasında gördüğüm soru işaretleriyle kahroluyorum.
Ne gözlerin hala sormak için hevesli o soruyu, ne de zihnin cevabım algılayabilecek kadar duru... Önümüzü göremiyoruz şimdi ikimiz de.
Bu zaman zarfında yalnızlığı tadacağım hem de tek başıma. Değişik olacak her şeyi seninle tattıktan sonra, yalnızlığı bile; yalnızken yalnızlığı tatmak acıtacak...

14 Eylül 2008 Pazar

Telepatik Olaylar Bunlar (:


Telepati, düşünceler arasında doğrudan doğruya bağlantı kurulması, iki zihin veya ruh arasında imaj, fikir, sembol tarzında ortaya çıkan etki alış verişidir. Bilinen duyular, ya da herhangi bir araç kullanmaksızın, her türden düşünce ve duygunun zihinden zihine gönderilip, alınması tarzında yapılan bir haberleşmedir.
Evet benim öyle bir arkadaşım var ki çok sık görüşemesem de bulunduğum durumu hissedebiliyor haberimi alabiliyor!

Geçen gün eve dönerken öyle bunalmıştım ve bezmiştim ki otobüsün köşesinde eve dönerken bir yandan kulaklıktan gelen bunalım şarkılar bir yandan da ışıklı asfaltın o gece hüzünlü bir matlığı vardı. Oturduğum yerde ağlamamak için zangır zangır titriyorum ve gözlerimdeki yaşlar bir harekete bakıyor düşmek için..

Bip!

Birden bir mesaj! Herşey yolunda mı semuşçum? diye..
Hani tam yalpaladığın sırada birisi kolundan tutar ya doğruluverirsin.. Aynen öyle oldu ve tebessüm kapladı suratımı gözyaşlarımın arasında (':

Bu ilk kez olmadı elbette.. Daha önce de bir çok kez (artık tesadüf demeye mahal vermeyecek kadar) aynı şey oldu. En son olayda bunu teyit etmek durumundayım.

Canımın içi tatlışım benim iyi ki varsın. En zor durumlarımda bunu hemen hissedebilen ve dert ortaklığıma canla başla koşan nadir dostlarımın KRALI ! ^.^

Teşekkür ederim hayatımda olduğun için (:

22 Haziran 2008 Pazar

BenKendim

Ruhum dingin şimdi biraz, biraz da hüzün var parça parça, öbek öbek karnımda.

Dünyanın bütün telaşlı gürültüsüyle boğuşurken hiç kendimle baş başa kalamamışım.
Külfetin bir kısmından sıyrıldığım zaman duydum sesimi, kendimi.
Bunu fark ettim en son ve farkındalığın getirdiği o düşünce denizine düşmeye başladım ağır ağır; ağır ve acılı...

Kişi bildikçe mutusuz olur, hakkında bir şeyler öğrendiği şey/kişi ile ilgili sonsuz bir muhakeme sürer içinde her zaman.
Öğrendiklerim canımı yakıyor, öğreneceklerimden korkuyorum.

Bugün her zamankinden biraz daha kırılganım, daha suskun ve daha dalgınım.
Boşluklarımı doldurduğum herşey çok tatlıydı şeker gibi..
Eridi ama hepsi.


derin bir nefes alıyorum bu noktada--
ruh sıkışması hafiflerse diye (ağlamadan).

12 Nisan 2008 Cumartesi

Zaman


Kabuk bağlamış yaralarımı kaşıyordum geçen gün. Hepsinin adı başka hepsinin boyutları birbirinden farklı.. Her birini tekrar kanattım acıta acıta. Evet seviyordum aslında bu durumu. Acı duymayı yara almayı hep bi halt sanmıştım ya şimdi kalan izler tek oyuncağım olarak kalmıştı. Hortlatıyordum tüm anılarımı, her anı için gecenin sonunda şişmiş gözler ve titremiş bir ruh kalıntısına refakat ediyordu vücudum.

Konuşurken donuk gözlerle bakıp kısa cevaplar veriyordum ya önceden, şimdi onu da yapmıyorum. Konuşmuyorum, daha sessiz daha suskun daha yorumsuzum. Zihnimde yaşıyorum artık herşeyi. Tüm sevişmelerimi, tüm kızgınlıklarımı, tüm ayrılıklarımı, tüm hissettiklerimi...

Zaman ilaç derler ya ben zamana ilaç olmaya çalışıyorum artık. Zaman benden daha üzgün kendisi için. İlerledikçe ilerliyor geri adım atamadan, tökezlemiyor da ezip geçiyor önündeki herşeyi. Saatin tıktıkları nasıl da gevezelik ediyor soluklanmadan ve takvimin yaprakları sanki sonbahara kök salmış bir ağacın yaprakları gibi nasıl da müsait bir bir kopmaya...

Belki bir gün kabuklarını tırnakladığım yaralarım da kalmayacak yerinde, belki tırnaklarım olmayacak onları koparacak, ya da ellerim-vücudum.. Ve zaman içine aldığı gibi çekip fırlatıcak beni bünyesinden, toprağın içinde sessiz kıpırtısız ve donuk kalacağım; şimdi olduğundan pek bir farkı olmayacak elbette ve çürüyeceğim nihayetinde...

8 Nisan 2008 Salı

Cellatım, Canım

Bana hiç bir şey sorulmadı, art arda hüküm verildi benden habersiz.. Bire bin katıldı, yapmadığımdı anlatılanlar, iftira atıldı; yaptıklarım hiçe sayıldı.. "Yok" dedim gözlerine bakıp cellatımın "ben yapmadım!" Gözleri kilitliydi cellatın gözlerime bakamadı. Gözlerime baksaydı içimdeki acıyı anlardı o da insandı.. Ama yapmadı! Gözleri perdeli, işitmesi de imkansızdı. Son arzumu bile sormadı, konuşamadı. İdam sandalyesinin tepesinde ayakta bir ben vardım bir de o alanda sadece cellatım, canım.
Beni suçlayanlar neredeydi? Belki itiraf ederlerdi cellatım da boynuma sarılırdı o zaman, o kumlu urganı çıkarırdı boynumdan...

Cellat gözlerini baktığı noktadan ayırmadı, belli ki karalıydı ve çekecekti sandalyeyi.. Sağ gözünden bir yaş damladı ve yine gözleri aynı noktaya odaklıyken çekiverdi sandalyeyi. Ellerim kollarım bağlı boğazımı sıkıyordu urgan. Yok hayır urgan olamaz beni boğan ! Onların kirli elleriydi, boğazımı çevrelemiş ve acıtarak sıkan.. Gözlerini kinle açıp kapatmış hasımlarımındı bu eller. Nefes alıp vermek daha da zorlaşmıştı ve morarmaya başlamıştı yüzüm.

Ey cellatım elleriyle boğuyorlar beni sen bunun baş tanığısın! Bir o kadar da katilimsin şimdi başımda ağladığın. Bana değil ona buna inandın, görev sandın boynumu bağladın. Bu gidişin dönüşü yok artık, ayaklarım son can tanelerimin vücumdan ayrıldığını daha şimdi haber verdiler...
Morarmış yüzümde gerçekleri ara ama asla bulamayacaksın!

2 Şubat 2008 Cumartesi

Pek Duygusal Kızımızın Oldukça Sert Tezi


El ele tutuşan çiftleri her gördüğünde iç çekip yalnızlığına ağlamayan var mı içimizde?
Ya da en basitinden romantik bir filmde karakterlerin yerine kendini ve onu koyup da filmi izlemeyen?

Ellerimiz yüzümüzde dirseklerimizi masaya dayayıp uzun uzun düşler kurduk hep; hep bir model çizdik hayatımızda olması gerektiğine inandığımız insan hakkında.. Bulduk veya bulamadık her neyse...

Ama şöyle bir şey var ki, hep istediğimiz ve hayal ettiğimizin aksine davranan karakterlere verdik başrolleri. Bize onlar çekici geldi her seferinde.. "Zor olan daima sevilir." ya da "Kaçan kovalanır." klasikleri yer etti beynimize. Yakın olan değil de imkansız olan acı veren en makbuluydu. Filmlerimiz ya trajikomik yahut tam bir dram içeriğini aldı zamanla.

Sonra ders alınmış bir edayla "Ben artık uyandım ve canım yandı bir kez. Bir daha kimseye aldanıp hayatımı zehir edeceğimi sanmıyorum." replikleri yerleşti dudaklarımıza.. İçten içe küfrediyorduk oysa içten içe kan ağlıyorduk..
Zamanında canı yakılan kişiye kendini adarsın; bir şekilde yürümez o ilişki ve ardından taze bir ilişkiyi de doğru düzgün adam edemezsin aldığın yaralardan ötürü.. Bu da taze ilişkinin müstakbel partnerini yaralar.. Bu zincir bu şekilde devam eder ve mutsuz sonlarla ya da bir türlü gelmeyen sonlarla debelenir durur insanlar..

Birileri yakmalı hep insanın canını değil mi? Mutlu olduğunda insan mutlak bir huzursuzluk barındırır kalbinin köşesinde.. "Şimdi çok mutluyum, ama ya biterse ya hiç böyle sürmezse?.."
Sürmez arkadaşım.. Bunlar benim karamsarlığımdan ileri gelen ya da umutsuzluğumdan gelen tümceler değil. Hiç mutlu bir ilişkiye tanık olmadığımdan da değil.. Bu konunun ne bilimsel ne de felsefi bir açıklaması beni doyuramadı belki de bu yüzden..
Dökülen her gözyaşı ve iç çekiş duyulan özlemden ya da nefrettendir.. Hepsi bundan ibarettir...

Aksine beni inandıracak kişi çıkacak olursa ben hep buralardayım ;)

26 Aralık 2007 Çarşamba

Bir Kadının Gözyaşı

Bir kadini aglatmak çok zor degildir aslında. Kadinlar her seye aglayabilir; bir filme, bir sarkiya, bir yaziya... En az erkekler kadar yani! Ama bir kadini yürekten aglatmak zordur. Eger bir kadin yürekten agliyorsa, aglatan onun yüregine ulasmis demektir. Ama o yüregin degerini bilememis olacak ki aglatan, gözünü bile kirpmadan teker teker batirir ignelerini yürege! - iste o zaman koca bir yumruk gelir oturur bogazina kadinin. Yutkunamaz, nefes alamaz; çünkü o koca yumruk canini çok acitir. Gözleri bugulanir kadinin sonra. Aglamayacagim, der içinden. Ama engel olamaz iste. Cünkü yüregine ulasmistir birileri ve igneler saplamaktadir.. Bu aciya ne kadar karsi koyabilir ki bir kadin.

Ince ince süzülür yaslar gözünden; önce birkaç damla, sonra bir yagmur seli... Ve kadin aglar; hem de çok! Sanmayin ki gidene aglar kadin! Gidenin giderken koparttigi yerdir onu aglatan, orada biraktigi yaradir. O yaranin hiç kapanmayacagini, kapansa bile izinin kalacagi bilir kadin; o yüzden aglar. Ama bilir misiniz, aglamak kadinlari olgunlastirir. Her damla, daha çok kadin yapar kadinlari. Her damla bir derstir çünkü.

Bazen kadinlar agladiginda çogu insan, aglama niye agliyorsun ki, degmez onun için derler. Bilmediklerindendir böyle demeleri. çünkü yürekleri aciyan kadinlar aglamazlarsa, ölürler. içlerindeki zehirdir onlari öldüren! Aglayarak o zehirden kurtulur kadinlar, o irini temizlerler yaralarindaki! çünkü bilirler, o irin temizlenmezse iltihaba dönüsür yaralari. Dönüsmemesi lazimdir oysa. O yüzden de bolca aglarlar. Zaman geçer sonra. Kadinlar kendilerine sarilmayi ögrenirler. Umarim ögrenirler, yoksa ruhlar sapkin yollara çarpar kendini. Sapan ruhlarin dogru yolu bulmasi da yeni acilar demektir. Bunu bilir kadinlar, o yüzden eninde sonunda ögrenirler kendilerine sarilmayi...

Cok aglayan kadinlar, bir çok seyden vazgeçen kadinlardir aslinda. Her damla olgunlastirir kadinlari evet ama olgunlastikça o safça inandiklari ask gerçegi onlarin gözünde küçülür. Küçüldükçe degerini yitirir ve iste o zaman kendilerine sarilip, yeni bir kadin yaratirlar kendilerinden. Güçlü, yenilmez, magrur ve aska inanmayan... Insanlar soruyorlar çogu zaman neden bu kadar çok bekar kadin var diye; hepsi kariyer derdinde olan. çünkü inançlarini yitirdi o kadinlar. Zamaninda yüreklerine o kadar çok igne saplandi ki, o kadar çok agladilar ki! Artik kendilerinden baska bir dogru olmadigina inaniyorlar, o yüzden kendilerine sariliyorlar. çünkü biliyorlar ki sarildiklari adamlar onlari hak etmedi; hem de hiçbir zaman! Hep bir çikarlari oldu sarildiklari adamlarin. Ee.. O zaman niye sarilsinlar ki! Niye sarilalim ki!

Etrafinizda yürekten aglayan bir kadin varsa bilin ki olgunlasiyordur. Bilin ki, gerçekleri kabul etmeye baslamistir. Bilin ki, artik askin olmadigina inanmistir. Bilin ki, sarilacak tek bir dogrusu kalmistir. O da kim, ne diye sormayin artik. çok aglayan kadinlar, eninde sonunda kendilerine sarilirlar çünkü!



Aziz Nesin

Bu yazı için ◦◦ЄLø◦◦ ' ya çok teşekkür ederim...

6 Aralık 2007 Perşembe

03.12.1987

03.12.1987...

...03.12.2007...
Yaşın 20 ateşin 40 ne desem boş ... ateşin düşsün... bu da şarkının tarafımdan alıntlanmış bir şekli...

Kaç ay geçti? Dur bakayım.. Imm 7-8 ay sanırım.. Zaman ilaç ya herşeye artık etkilemeyecek beni diye kendimi inandırdım, hazırladım konuşmamı 3 Aralık günü 00:10'da aradım ve evet ses aynı, karşılama aynı, özlemim aynı...

Özlemişim evet! Ama herşeye rağmen güçlü ve güler yüzlü bir edayla muhabbete başladım; iyi ki doğdun iyi ki varsın diyebildim...

Senden sonra dikiş tutturamaz bir hayat sürdüreceğimden sen de emindin ve senin hakkıda artık 'onun bana karşı ufacık bir hissi yok, olmadı!' diye kendimi inandırdığım sen, sesi titrek ağlamaklı konuşuyordun...

Konuyu nasıl değiştireceğimi şaşırdım önce.. Herşey kontrol altında ya, herşey tamir oldu ya, gülümsüyordum hem şen hem sağlıklı bir ses tonuyla...
Ya içerde?
Karnıma her konuşmamızda giren tatlı sancı aylar sonra bir kez daha teşrif etti.. Eller terledi, titredi! Gözler bir noktaya takılıp doldu, boğaz düğümlendi...

Aylar geçti demiştim değil mi?..
Her gün baktığım yerde, yaptığım şeyde, dinlediğim şarkıda, söylediğim sözde, rüyamda her yerde karşılaştığım insanın sesiydi bu beni sarsan. Yeniden..

En yakın arkadaşıma gittim neden bu kadar, neden böyle?.. diye Hiç bir gerek hiç bir neden hiç bir sebep beni hala bu kadar heyecanlandırmamalı ona karşı!
Ağladım.. Saatlerce ağladım.. Saatlerce sorular saatlerce anılar...
Ukde işte.. "Hala nasıl da hayatını mahvediyorum gör bak :)" diyen bir ses ve aynı zamanda nasıl da pişman ikimize birden verdiği acıdan...

En nihayetinde aklı başına gelmiş bir adam gibi konuşan sen "İnsana en çok ne zarar veriyormuş biliyor musun? Verdiği kararın doğru olup olmadığına karar vermek.. Olmak ya da olmamak gibi kafa karıştırıcı bir şeymiş bu..." diyorsun.
Ve ben herşeyi biliyorum, gülümsüyorum kayıtsız bir şekilde.

Canımı yakan en kör düğümüm iyi ki doğdun ve iyi ki varsın.. Çok şey öğrendim evet.. Seninle de sensiz de yapamadığımı, ama sensizlikle öyle de böyle de başa çıkabildiğimi çok iyi anladım...
Çok sevenin bildiğinde; çok bilenin mutsuzluğunda...
Hepsi bir ya sonunda...



22 Eylül 2007 Cumartesi

Düğüm

Nasıl başlanır ki anlatmaya..

Saat 2'ye çeyrek var ve boğazımdaki düğüm: "Kalk 1 kalem kağıt kap ve dök şu içini! Dök de rahatla artık!" demeyi başardı artık!

"Mevsiminden midir(!) bilinmez ama hüzün sardı beni yine..."
Üstünü sürekli örttüğüm; aynadaki yüzümün de bunu bana belli etmemek için çabaladığı her an bir damla zehir düşürdü içime...
Yeni bir şeyler, yeni uğraşlar, yeni ilişkiler, sevinçler...
İşleyin ruhuma yine cıvıldayayım ben, odalardan odalara geçerken cırtlak sesimle söylediğim şarkılarımla çınlasın duvarlar!

Hadi Semraaa!
Yapma! Daha fazla oyun onayıp kandırma kendini...
Aynadan kaçırdığın yüzün ve gözlerin, içine akıttığın sızıyı gecenin birinde mutlaka kan kusturacaklar sana! Tıpkı bu gece olduğu gibi...
Olsun..
Boğazın düğümlü, gözlerin nemli ve bir o kadar bıkmış olsalar da yaşa!
Yaşa işte 'son' a yaklaşıp yaklaşmadığını bilmeden...
İyimser yaklaştın mı olaylara, 2 dakikada toparlanırsın; hayata devam edersin.
"Herşey çok güzel olacak" etiketi halihazırdadır.


+Ee..N'oldu daha ne istiyorsun sen?
-Bilmem...
Biraz uyusam iyi olacak.

26 Ağustos 2007 Pazar

İzmirli misiniz ?


Eğer “kordon” dendiğinde aklınıza elektrikli ev aletlerinin dışında bir yer ismi geliyorsa, Körfez Kokusu” nedir biliyorsanız. 35 ve 35,5 kavramları size bir şey ifade ediyorsa, “Gevrek”, “Çiğdem”, “Domat”, “Nohut” gibi kavramları kullanıyorsanız, “Boyoz” kelimesi size bir şeyler hatırlatıyorsa, “Arapsaçı”,”Turpotu”, “Dalagan”, “İstifno”,” Ebegümeci”, “Denizbörülcesi” nedir, biliyorsanız, Gördüğünüz her gökdeleni Hilton’la kıyaslıyorsanız, Park, trafik sorunu ve karakış nedir? Bilmiyorsanız, Kar görmek için Sabuncubeli’ne ya da Spil’e gittiyseniz, Kumru”nun aslında bir kuş olmadığını çok da lezzetli olduğunu düşünüyorsanız, Hıdrellez denince sokaklarda yakılan ateşler aklınıza geliyorsa, Sıcakkanlıysanız, Paraşüt kulesinden atladıysanız, Fuardaki gölde kuğulara bindiyseniz Her yıl Ağustos sonunda fuara giderek “ Birkaç ünlü görsek bari” diyorsanız Hiçbir zaman bir yere geç kalma korkusu yaşamadıysanız İnsanlar size bir düşman gibi bakmıyorsa Hayatınızın önemli bir bölümü belediye otobüslerinde geçtiyse Nisan-Ekim ayları arasında hafta sonlarını Güzelbahçe, Seferihisar, Çeşme, İnciraltı, Sahilevleri, Mordoğan, Karaburun, Gümüldür, Kuşadası, Dikili, Foça’da geçiriyorsanız, Çocukken Kemeraltı’nda kaybolduysanız Bir kere bile YKM önünde ya da Sevinç Pastanesi önünde buluşup sinemaya gittiyseniz Kuşadası’na “Ada” diyorsanız Montrö ve Lozan size Avrupa şehirlerini hatırlatmıyorsa Otobüste size biletini ya da kent kartını veren kişi karşılığında para almamakta ısrar ediyorsa Yolda biriyle çarpışınca diğerinin hatası olmasına rağmen reflex olarak gülümseyip özür diliyorsanız “Yengen” denince aklınıza yiyecek bir şeyler geliyorsa Evinize en fazla 100 m. Uzaklıkta bir Tansaş mağazası varsa Başka bir şehire gittiğinizde o şehirde yaşayanlara acıyorsanız Uzakta iken “Ahh şimdi İzmirde olsaydım” diyorsanız İzmirliymişsiniz =)

24 Ağustos 2007 Cuma

Bugün

Bugün noldu biliyor musun ? Sezen Aksunun 'Beni Unutma' parçası çalıyordu mutfaktaki radyoda, ben de bulaşıkları yıkarken eşlik ediyordum şarkıya..Şarkının en sonunda "unutama inşallah!" diye haykırmış bulundum..Sonra annem dedi ki "kim unutamasın kimmiş o kim üzmüş benim kızımı" dedi (az çok tahmin ediyordu zaten bu kimlği..)..Benim gözler iki çeşme..Sonra sakinleşip balkona çıktım babam yanaklarımdan öptü canım kızım diye.. O anda o kadar kötü hissederken ailemin böyle davranması.. Sonra dedim ki mutlu olucak en az 2 tane kocaman sebebim var..Sonra hiçbirşeyi umursamadım..Gerçekten mutluluk buydu benim için bunu anladım..Önceden acıyı mutluluk sanardım.Ama değil.

31 Temmuz 2007 Salı

>> CANCER<<

Anahtar kelime: Hissetmek
Şifre: Duygusal yakınlık ve güven bulmalı ve vermeliyim.
İlke: Beslemek
Olumlu uygulama: İlgi
Olumsuz uygulama: Güvensizlik

Özellikleri: Duygusal, hassas, yumuşak, nazik, önsezili, savunmasız, anlayışlı, anaç, koruyucu, besleyen, ilgili, çekingen, milliyetçi, geçmişe bağlı, güvensiz, alıngan, değişken ruh hali, bağımlı, içe kapalı, ürkek, kuşkucu, kuruntulu, endişeli.Yengeç burcu su elementi ve öncü niteliktir. Su elementi duygusallık ve sezme yeteneği verir. Yoğun bir şefkat ve merhamet duygusuna sahiptir. Derin iç dünyası yüzünden hayatın iniş çıkışlarından pek çok insandan daha fazla etkilenir; sevinci de, acıyı da yoğun olarak hissettiğinden herhangi bir kişiden daha fazla acı çekebilir. Öncü nitelik ise onu harekete geçmeye zorlar. Yumuşak görüntüsüne rağmen öncü grubun tüm özelliklerini aynı güçle taşır. Öncü burçlar arasında hırslarını en kurnaz şekilde dile getirendir.Yengeç burcunun yöneticisi gök cisimlerinin içinde en hızlı hareket edenlerden biri olan Ay'dır. Yengeçler Ay’ın hareketlerinden, yeniay ve dolunaylardan çok etkilenirler. Ay’ın enerjisi nasıl denizlerde gel-gitlere sebep oluyorsa, Yengeç'in duygularının da sık sık değişmesine neden olur. Yengeç insanı karmaşık bir yapıya sahiptir ve hızla değişen ruh haliyle onu anlamak hiç de kolay değildir. Keyfi yerinde olduğu zaman hayat dolu ve neşeliyken birdenbire somurtkan ve hırçın olabilir. Kafasına bir şey taktığı zaman melankolikleşir, içe döner ve herkesten uzak durur.Yengeç insanını ancak sevgiyle yönetebilirsiniz. Zorla bir şey yaptırmaya kalkarsanız tam tersini yapabilir. Çalışkan ve tedbirlidir. Para güvenlik demektir ve para kazanmasını da, elinde tutmasını da iyi bilir. Kazancının büyük miktarını biriktirir, asla müsrif değildir. Yengeç çok kuruntulu olduğu için gelecekten korkar, kendini ve ailesini her bakımdan güvence altına almaya çalışır. Yumuşak ve hassas yapısına rağmen sevdiklerini koruması gerektiği zaman çok cesur ve gözükara olabilir.Sevdiklerine çok bağlıdır ama özellikle annesine çok düşküdür. Yengeç anneyi, vatan sevgisini, yuvaya düşkünlüğü temsil eder. Ailesine, evine ve çocuklarına çok bağlıdır. Yengeç kendisini anlayan ve evine bağlı bir eş ister. Biraz fazla koruyucu olmakla birlikte çok iyi ebeveyn olur. En huzurlu olduğu yer evidir; aynı bir yengeç gibi evi onun kalesidir. Sıcak, güvenli ve sevgi dolu aile ortamında çok mutlu olur.Geçmiş onun için çok önemlidir, bir türlü geçmişten kopamaz; sonsuza dek köklerine bağlı kalabilir. Yengeç insanı yapılan iyiliği de, kötülüğü de hiçbir zaman unutmaz. Fırsat bulunca karşılık verir. Oldukça alıngandır, eleştirilmeye hiç gelemez ve çok çabuk küser. Hafızası çok kuvvetlidir. Bir şeye kırıldığı zaman karşısındakine hiç belli etmeden bu kırgınlığı senelerce içinde taşıyabilir. Aynı zamanda çok kıskanç olabilir.Yengeç insanı aşırı duygusal, aşırı hassas ve çekingendir. Sert kabuğunun altında derin duygularını saklamaya çalışır. İkizler nasıl dünyaya düşünceleri ile bağlı ise, Yengeç de duyguları ile bağlıdır. Nazik, sevgi dolu ve koruyucudur. Kırıldığı, rahatsız edilmek ya da duygularından söz etmek istemediği zaman aynı bir Yengeç gibi kabuğuna saklanır. İyi niyetli, düşünceli davranışlar onu çok etkiler ve eleştirilmekten, alay edilmekten çok korkar. Sadakat ve bağlılığından dolayı bazı koşullara gereğinden çok daha uzun bir süre katlanabilir.Duyarlılığı yanlızca insanlara karşı değildir. Algılama üstünlüğü onu tüm çevresinden kolay etkilenen biri durumuna getirir. Yakın çevresinin ne istediğini onlar söylemeden sezebilir. Çoğu zaman her şeyi büyüttüğü ve dertlerini içine attığı için sindirim sistemi kolaylıkla bozulabilir. Yeri gelince hayır demeyi, çekingenliğini ve aşırı duygusallığını kontrol etmeyi öğrenmelidir.Yengeç insanı, su ve sıvıyla ilgili konularda başarı gösterir. Denizcilik, balıkçılık ona göredir. Ayrıca çok merhametli olduğundan doktorluk ve hemşirelikte başarılı olabilir. Yengeç mideyi temsil ettiği için bu burçtan iyi ahçılar çıkar. Paraya önem verdiği için de finans sektöründe ve ticarette başarılı olabilir.

19 Temmuz 2007 Perşembe

(= BİTİRİM TEAM =)

İnsanın acı bir ilişkisinden ardında bıraktığı güzel şeyler de olabiliyormuş..Evet bi güzellik yapıyormuş farkında olmadan ya da bilinçli..
İsteyerek ya da istemeyerek artık görüşmediğim eski sevgilim bana dünyalar tatlısı arkadaşlar bırakmış..
Elleri omuzumda elim omuzlarında...
Birbirimizi kırmışız bazen ama gerçekten sevgi dolu bi atmosferi hep muhafaza etmişiz şükürler olsun..
Yanlış anlaşılma olmuş,kızgınlık olmuş,kırgınlık olmuş,neden neden neden neden? diye sorulmuş..ya da herneyse..herşeyin bir sebebi vardı o an için ne gerektiğni kestirmek çok güçtü..[Burada kimi ya da kimleri kastediyorum önemli değil..Sadece anımsatma kısmı herkes üzerine alınmasın;)]Önemli değil benim için..İşin gerçek yüzünü açıklama zahmetinde bulunup arkadaşlığımı kaybetmek istememişler ya..Arkadaşlıklarını benden alıp götürmemişler ya..Boşvermemişler ya..
İşte bu yeter bana!
Şimdiden sonra elimden geldiği kadar yanınızdayım her durumda cevap arayacağım..
Ve sizi de her durumumda yanımda hissetmekten çok mutluyum ben..
Dedim ya eski sevgilimle yaşadıklarım ya da yaşayamadıklarım veyahut yaşadığımı sandıklarım artık pek bir önem arz etmiyor bana..
Zaman denen reçetesiz ilaç ve böyle candostlar ayakta tutuyor beni..
Canımsınız candostlar hepinizi çok seviyorum..
@athowen
@jnbn
@infaz
@witch king
@di mi john
@pretty_fly
@egca
@!nsomnia
ve @ byd ;)
ve ismini yazmadığım birkaç arkadaşa daha..
(net bir durum olmadığı için)
Hayatıma giren herkese..Yaşanmış herşeye..Teşekkürler!
Büyüyorum sizinle...

13 Haziran 2007 Çarşamba

...

Lanet olsun!Bunu yapmamam gerekiyor biliyorum ama yine ağlıyorum..
Havaya öylece bakıyorum ve yanaklarımdan yine dökülüyor tuzlu sular..
Ben doymuştum gözyaşlarımın tadına neler oluyor yine kontrol edemiyorum kendimi..
Hıçkırık yok yüzüm de buruşmuyor..Ama gözlerim durmuyor..Yaşları kontrol edemiyorum!

Lanet olsun!Kendimdeydim ben anlamıyorum..
Neden ağlıyosun semuş!

Off canım yanıyo..

12 Haziran 2007 Salı

'Sanat' Sen Yanıma Kalansın..

Ne yapıyoruz?
Profesyonelleştikçe mi "sanat" yapmış oluyoruz yoksa en basit bir olayda bile sanat mı "icra ediyoruz"?
Resim yaparken onlarca rengi birbirine katıp bir sürü ayarlamalar,kompozisyonlar,taslaklar hazırlıyoruz..Ve ona en fazla 1-2 dk baktıktan sonra kimin aklında kalıyor?

Hadi şiir ya da makaleleri göz önüne alalım..
İçniz titreyerek ya da samimiyetle düşüncelerinizi belirttiğiniz yazılar,insanları,daha uzun okunup anlaşılma sürecinden geçtiği için resme göre daha kolaycı bir yoldan, resimden bir adım daha uzun (!) süreliğine etkiliyor olabilir mi?

Resimde anlatmak istediklerim büyüyor!Tual, boya yetmiyor..
Yazarken anlattıklarımsa resmedilmek istiyor..Harflerle mi çizicem resmi yoksa boyalarımın imlasına mı dikkat edicem?

Bir şeyler anlatmak mı hep tasam?Sen anlamazsan ben başarısız mı olucam yadığım yazıda ya da çizdiğim resimde?

Katılaşmış duygularımı anlatırken yazılarda bir de resmini çizsem hangi renkleri birbirine karıştırmam lazım?Duygularımı resmedicek renk çıkar mı ortaya?
Ya da harfler,noktalar,virgüller...
Ne kadar betimleycek hislerimi ya da hissedemediklerimi?..

Ben karalayacağım sürekli kağıda da tuale de..Görünürde olucak kimileri kimileriyse gizli..
İçimi aktardığım şeyler olucaklar..Belki birkaç dk'lık seyre muhattab olucaklar sonra unutulacaklar..
Ama benimle kalacaklar ve her meydana gelişinde benim o anki ruh halimde yaşadığım arbede, ya fırça darbelerine ya da kalem darbelerine nüfuz etmiş olacak..

4 Haziran 2007 Pazartesi

Athy Geliyooo =D !!

Elifçim canımın içi yaklaşık 1 hafta sonra burda!
Evet aylarca buraya geleceği günlerin daha çoook uzaklarda olmasından ikimiz de yakınırdık..
Ama ne kaldı?bir haftacık :)
Ben bu kızla 2 kere yüzyüze reelde görüştüm ama konuştukça sohbet ettikçe arkadaşlığımız,dostluğumuz çok büyük bi boyuta ulaştı..
Canımın içini çok seviyorum ben :)
≈ BUSE ≈ (anladın sen onu;) ) olduğumuz zamanları anıp kimi zaman iç geçirdik kimi zaman lanet ettik..
Her kendimi kaybedişimde beni slkeleyen bana yol gösteren insan yavrusu az kaldı geliyorsun artık! :D :D
Birlikte hayalini kurduğumuz cozutmalardan tut türkiş kebaptan midyeye kadar ne fantaziler ürettik senle kız :D
Geldiğinde hepsini gerçekleştircez yuppiğğ :D

Evet!Sadece 1 hafta kadı canım benim..4 gözle bekliyorum seni kıymetlim benim :)
≈ BUSE ≈ olmasak da ≈ ES ≈ geçeriz biz de di mi hatun kişi =)

Özledim cankuş atla gel gari :)

20 Mayıs 2007 Pazar

Aşka Bak !

Dün gece sigaramı yakmış Makina'yı izliyordum..
Kuzenim de 1 haftadır bizde kalıyor..
Dün gece ben makinayı izlerken biri camı tıklattı..Bi baktım kuzen!
Elinde bir kağıt var canım sıkıldı yazdım bak bakalım beğenecek misin diyerek pencereden bana kağıdı uzattı..
Sigara verdim ona da sonra çıktı yukarı..
Neyse ben o kağıdı okudum ve artık kuzenimin Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği yolunda ileri derecede umut verdiğinin farkına vardım =P
Benim burada bir arkadaşıma yazılmış canım kuzim =)
Şu yazıları beni gecenin o saatinde efkarlandırmakla kalmayıp ağlattı :)
İşte kuzimin yazıları..Ve en önemli kısım en sonunda yer alıyor yazının ;]

Sabah kalkarken de, gece yatarken de
Hep aklımdasın çıkaramıyorum,çıkaramıyorum...
Seni unutabilmem için bu diyardan göç etmem lazım
Hani bazen gökyüzüne bakarsın
Yıldızlar orda durur yalnız bir şekilde
Onların içinde en sönük olan yıldız benim.
Çünkü en yalnız olanı benim,sen yoksun yanımda..
Her yağmur yağışında yağmurun altında ıslanmak isterim
Ancak o zaman yalnızlığımı unutuyorum
O da yağmur dinene kadar

-----------------------------------------------------------------------------

Aşkı bulmak kolay değil
Hele bulup da silmek hiç kolay değil..
Ancak kalbine gömersin ya da kalbinde büyütürsün
Taa ki iki kişide ölene kadar...

-----------------------------------------------------------------------------

Bir yolcu gidecek bu diyardan
Bu yolcu uğrunda ölmeye hazır!
Esmerine...
Bu yolcu çok seviyor esmerini
Esmer yolcuyu seviyor mu? Bilinmez...
Bu yolcu hangi zorlukları aşıp geldi,
Ama esmeri ona bakmadı...
Bu yolcunun sana son sözleri
Şu günlerde gökyüzünden düşen her damla
Benim gözyaşımdır ve senden uzak olduğum her saniyedir...

(ve en can alıcı kısmı da :)

Kuzenime "Bu kızdan çok hoşlandım." dedim,
Bana "O sana bakmaz." dedi.
"Neden?" dedim,
"İşte.." dedi..
"Ama ben ona aşığım!" dedim,
"Vazgeç.." dedi.
Ben herşeyden vazgeçerim artık...
Ama ondan değil!!!


:'( :'( :'(