26 Kasım 2008 Çarşamba

İçimden Söyledim

Ne kadar gevezeymişim içimden konuşurken ben.

Zihnimdeki sözcükleri toplasam şöyle sayfalar dolusu makaleler çıkacak sanki.
Diyordum ki ayaklarımızın altı acıya şişe yürüseydik şöyle sahil yolunda seninle.
Senin duyamadığın sözleri dilime aktarabilirdim belki.
Deniz gelince gözümün önüne, kokusunu içime çekince çözülür belki dilim.
Çünkü ben bu sudan çok içtim gözlerim vesilesiyle.
Her gördüğümde denizi, bundandır gözlerimi kısıp belli belirsiz gülümsemem.
Çalakalem de olsa yazacağın bir mektubun umuduyla beklerken kıyıda, gözlerimden inciler düşürürken tane tane ama mat.
Belki bir şişenin içinden duyarım sesini.
İşte, hayal benimkisi...
Of...
Bu sigara da bitmemeliydi şimdi.
Yazık.
Düşünsene çıplak ayakla söndürülürken çektiği eziyeti izmaritin.
Tükendikçe, aldığı yaraları anbean artan ve ölümcül bir baskıya maruz kalan kıvılcımların cız eden yürekleri.
Bu duyulan özlemlerin ritüelleri nöbet misali tıkarken boğazımı kızaran gözlerimden nar ekşisi
damlatırım dudağıma.
Ekşiyecek suratıma kefil bu damlalar.
Şöyle doyasıya gülebilir gözlerim, ışıl ışıl olabilir karşında.
Ama anımsatma bana uzağı, hasreti ve vuslatı.
Evet vuslatı. Onu beklerken içime işleyen sızıdan ördüğüm ağlar var benim.
O ağlarda mahsur kalmış sevinç kelebeklerim.

Ruhumun kafası şişti artık, susmalısın rehberim.
Hadi yat artık, uykun yok mu senin?

13 Kasım 2008 Perşembe

Paragrafbaşı

Ne iyi ettin de geldin. Bak iyice bende eski ben var mı. Hiç değişmemişsin derken sana bakarken başı dönmüş sersem halimden bahsettiğini biliyorum. Oysa ilk sordun da bana bunca zaman sonra neler oldu hayatında? Hiç dedim aynı. Aynı ama çok üzdüler beni, çok ağladım. Hani şimdi sen karşımdayken dimdik ayakta buldun ya beni, öylece karşında gülümseyen. İçimde katmerlendi atlattığım sendromlar bir bir.
Uykudan korkuyla uyanınca içi titrer ya insanın, sonra ellerine ayaklarına doğru yayılır bu titreme. Bir ürperti bir sendeleme. Öyle şeyler gördüm geçirdim gecelerce. Eimdeki kolonya şişesiyle bile konuştum midemin bulantısına karşı mücadele verirken. Sonra bir gürültü kıyamet. Baktım sonra ellerim kıpkırmızı. Fark etmemişim kolonya şişesi çoktan tuzbuz çorba olmuş aynamla. Kendimi de göremiyordum zaten. Sonra şıp şıp sesler geldi ellerimden. Hissettim sonra üzerime sildim ellerimi. Siyahın üzerinde belli olmuyor kan izleri. Dursun dedim üzerimde. Her renkli duyguyu yuttuğu gibi kırmızının hıncını da yutardı çünkü siyah.

Paragrafbaşı dedim kendime sonra. Hadi bir kaldır kafanı. Ayna da yok karşımda sen anlat beni şimdi. Hiç değişmemişsin dedin. Ses tonun aynı hala. Düşündüğün herşey olduğu gibi çıkıyor dışarıya. Ya, öyle işte dedim. Çok şey kattı bana benden kopartılan her şey. Hani çizgifilmlerdeki kafası kesilen canavarların, kesilen yerden 2 başının daha çıkması gibi. Olgun da oldum çocuk da. Gördüğüne göre yordu, görüngüler dünyasının yavruları. Hissetti kimisi ya da hissetmiş numarasıydı. Hani o sırada sen bunları söylerken ben şöyle düşünüyordum. Ve senin bu düşüncemi anladığını da hissediyordum diye bir gün dillenecek gibi kekremsi bakışlar gördüm hep. Duruluğunu kaybettiğinde zihnim konuşmama daha kilometreler vardı. Koşmak lazımdı, cümleleri kat edene dek bir sonraki kelimeyle bulunduğun kelime arasında virgül yoktuysa hızını alamamalıydı.

Sessiz kaldı bir ara ortalık. Her sessizlikte yavaş çekime mi girer dünya? Görüntü bir karardı bir parladı. Sonra konuşmamı istedin havadan sudan olsa bile. Uçların vardı senin, komik gelir sana ama öyle hala. Deli bir halin. Ben içimden, sen gayet dışa dönük. Bu tuzlu suyu çok içtim dedim. Sen yanımda otur bazen. Benimle yürümezsin biliyorum. Ama arada bir yanıma otur. Dokunmasan da olur. İki çift laf et. Git sonra.