30 Haziran 2009 Salı

Dayım'a

Hiç içimden gelmiyor açmak gözlerimi, ve perdeleri aralamak. Odaya ışık girecek elbette ki ama ardından yine karanlık gelecek... Tıpkı önce gülmekten gözleri yaşaran birinin ne için ağlayacağını merak etmesi gibi... Güneşi gören gözlerin merakla ve ışıldayarak bakmasının ardından karanlığın bünyesinde hüzünle dolması gibi.

Ellerimin, o salıncakta sallanırken bana aldığın aburcubur yağıyla kayıp kafa üstü yere düşmek gibi.. 7. kattan aşağıya giderken ve "Hadi bana müsade güzelim.. " demeyişin. Belki de bu düşüş 7. kattan aşağıya olmalıydı tam yanına isabet edecek şekilde, kafaüstü...

Sana bakarken güneşe bakar gibi merakla ve sevgiyle bakardım. Korkardım ya karanlık gelecek bir gün diye elimden tutardın, cesaret gelirdi ve güven duyardım. 7. kattan aşağıya baktığımda çok karanlıktı ve sen gittin. Arabanın arkasındaydın öylece elimi tutamadığın için karanlıktı hayat, karanlıktı çehren.

Trafik lambaları da ayarlanmış gibi kırmızı durdu bir süre. Sadece sana ve bana ayarlanmış gibi "korkma" dedin o kısacık sürede.. "Korkma, dinleneceğiz... "
Ve gittin işte güneşe doğru... Aydınlığa bakıp ışıldar bazen gözlerim; sonrasında beklenen karanlık gelir ve dolar yeniden o gözler duvardaki fotoğrafına bakarak sayıklarım içimden:

"Dinleneceğiz... Dinleneceğiz... "


Vanya Dayı - Anton Cehov

SONYA - Ne yapabiliriz? Yaşamak gerek! Yaşayacağız Vanya Dayı. Çok uzun günler, boğucu akşamlar geçireceğiz. Alınyazımızın bütün sınavlarına sabırla katlanacağız. Bugün de, yaşlılığımızda da, dinlenmek bilmeden, başkaları için çalışıp didineceğiz. Ecel saati gelip çatınca da uysalca öleceğiz ve orada, mezarın ötesinde, çok acı çektik, gözyaşı döktük, çok acı şeyler yaşadık diyeceğiz... Ve Tanrı acıyacak bize ve biz seninle, canım dayıcığım, parlak, güzel, sevimli bir hayata kavuşacağız ve buradaki mutsuzluklarımıza sevecenlikle, hoşgörüyle gülümseyeceğiz ve dinleneceğiz... İnanıyorum buna dayıcığım, bütün kalbimle, tutkuyla inanıyorum... (Voynitski'nin önünde diz çöker ve başını onun avuçlarına koyar. Yorgun bir sesle tekrar eder.) Dinleneceğiz! Dinleneceğiz! Melekleri dinleyeceğiz, elmaslar gibi yıldızlarla kaplı gökleri göreceğiz. Dünyanın tüm kötülüklerinin, tüm acılarımızın, dünyayı baştan başa kaplayacak olan merhametin önünde silinip gittiğini göreceğiz ve hayatımız bir okşayış gibi dingin, yumuşak, tatlı olacak. İnanıyorum, inanıyorum buna. (Dayısının gözyaşlarını mendiliyle kurular.) Zavallı, zavallı Vanya Dayı, ağlıyorsun... (Gözyaşları arasından) Hayatında mutluluğu tadamadın, ama bekle Vanya Dayı, bekle... Dinleneceğiz.... (Kucaklar onu.) Dinleneceğiz! Dinleneceğiz!

12 Haziran 2009 Cuma

Perdeler

Hemen şimdi! Arkamı dönup kaçmak geldi içimden bu kağıt ve kalemden. Elime dolanmışlardı artık. Çok geçti sıyrılmak için.


İçimde, karnımın bir köşesinde sancımtrak bir kıpırtı var.
Anlam veremiyorum.
Daha önce buna benzer bir şey yaşamış mıydım?
Hatırlamıyorum.
Hafızamı biraz sonra yüzeyde eriyip dibe doğru spiral bir şekilde yol alacak bir kağıda benzettim şu an.
Üzerinde iki satır var; yazdıktan sonra okumayı ihmal ettiğim.
İhmal ettiğim herşeyimi rüzgarın alıp denize savurduğu sahnelerden biri gibi.
Ve şimdi perdeler kapanıyor alkışlar eşliğinde.
Tek bir seyircinin tutuk alkışları.

8 Haziran 2009 Pazartesi

Bir Yazı

İpi sımsıkı doladığım ayak bileğimden sesleniyorum. Kangren olacak birazdan beyinleriniz. Ah şu beyinleriniz... Midelerinizdekilerle doyabilselerdi keşke.
Günlüklerim yazılamasın diye güneşi gizleyebildiniz mi? Ne o? Balçık yetiştiremiyor musunuz son kullanıcılarınıza, boktan fabrikalarınızda?
Ayşegül'ü gören var mı, nerede şimdi? Hani vardı ya okulda, piknikte, fuhuşta. Bir de Ayşegül'ün bacaklarını dikizleyen ama aslen tat tat bakıp gülümseyen. Onun adını hatırlayamadım bak.

- Top Ali olmasın?
+Eşcinsellere saldırmaktan ne zaman vazgeçeceksin?

Nereden geliyor bu değirmenin suyu? Tarladaki kızçocuğundan elbette.
Bir de sofrana geliyor sonra ekmek. Buğday tarlasında karşılaştığı tecavüzcüsüyle hayat kuracağını nereden bilebilirdi ki.

Ye biraz sen de. Yedikçe ye. Her verenden ye bir de sindir. Oh ne iyi. Bence sonun reflü ve diyabettir.

Ayaklarım karıncalaştı mı ne. Kalkıp anlatmak istemedim şu an suratını. Gözlük var kocaman; amcamın kısrağınkisinin aynısı. Bir de iki ağız, bir kulak var yarı sağır. Amaçlarından sapmış.

4 Haziran 2009 Perşembe

Ne Üşümek Vardı Hesapta, Ne De Düşmek



Paketteki son sigaraya merhaba! Birazdan vedalaşacağım onunla da nasılsa..
Birden penceremin karşısındaki sokak lambası aldı gözlerimi. Sanki şehrin tüm elektrik enerjisi bu lambadaydı, öyle parlıyordu. Ön tarafında kalan yaprakalar rüzgardan sallanırken ışığına ket vurmaya çalışıyor gibiydiler; acizlikten bir süre sonra duruluyor sonra yine celalleniyorlardı.

Yatağımda doğruldum ve bir süre izledim gözlerimi kısarak sokak lambasını. Sonra aklına parlak bir fikir gelir ya insanın, o şekilde kıpırdandım ve elimi uzatmak üzere pencereyi açtım. Ya da evet, karşı kaldırımda olmasına rağmen ben bu hevesle dokunabilirdim o ışığa diye geçirdim içimden. Ne üşümek vardı hesapta ne de düşmek..

Pencereyi açmamla birlikte o hunhâr soğuk yüzümü yalayıverdi. Tıpkı ıslak suratını buzdolabına sokmak gibiydi bu. Katlanabilirdim, ölmeyeceğim ya. Bir hamle daha yaparak uzanmaya çalıştım sokak lambasına. Sarı sarı gece güneşi gibiydi işte, zorlaştıkça daha da heves sarıyordu beni; dokunacağım az kaldı!

Ah..Tabi ya.. Görmüyordum önümdeki parmaklıkları. Yüzüme vuran soğuktan bin kat soğuk, bin kat sert parmaklıklar çarptı göğsüme. Sonra kursağımda kalmış heves boğdu beni. Oysa ne ne üşümek umrumdaydı ne de düşmek..

Tüm tehlikelere rağmen elimi uzattığım ışığı izlemekle yetindim ve son nefesi de çekiyordum artık sigaramdan. Pencereyi kapattım ve yorganı çektim kafama. Sımsıkı kapattım gözlerimi, ağlamadım hiç, düşebilirdim o parmaklıklar olmasaydı evet. Ama o gecenin soğuğunun hastalığı kaldı bende. Bir de o sarı ışık, ukde.

Ayça'ya


Duyulan sesler haberi veriyor şimdi. Kurtların ulumasından anlaşılıyor dolunay'ın kıyafetini çıkardığı. Sanki çok güzel bir kadının meşk öncesi hazırlanışına hayranlık naralarıydı kurtların uluması. Bulutlar yavaş yavaş sıyrılırken omuzlarından parlıyordu eteklerinin uçları. Rüzgar da hafiften ıslık çalarken balkonun trabzanlarına iki eliyle tutunarak gözlerini kapadı o an, derin bir nefes aldıktan sonra masmavi gözlerini açıp baktı dolunaya. Dolunay da memnundu ki bu duruma yansıttığı ışık sadece ve sadece Onun gözlerinde parladı. Adından da belliydi ki o dolunay'ın bir parçasıydı.

Onun gözlerinde dolunay fotoğraf karesine sığmayacak kadar devasaydı. Öyle ki, alabildiğine yakın ve parlaktı. Hayallerini anlattı AYparÇAsı ve dolunay aksetti ışığını. Umutla sola eğdi başını ve gülümseyerek aldığı nefesini geri verdi. Ve sevincin getirdiği gözyaşı, yüzüklü işaret parmağına damladı.

Kurtlar bu sefer kıskançlık dolu bir tonla ulumaya başladı. Bir nefes alış-veriş süresine sığdırabiliyordu çünkü O ve dolunay diyaloglarını. Sözü geçen tüm bu şeyler bir nefes alış-veriş sırasında fotoğraf kareleri şeklinde yerleşti gökyüzüne, ve bir dilek tuttu o karelerden biri kayıp düşerken yeryüzüne. Dolunay anlattı gerçekleşeceğini mavi gözlerine ve o bir damla yaş nazlanarak damladı. Kurtlar pes edip eğdiler başlarını; sanki taş kalpli bir cellata kurban gideceklermiş gibi.

Ay üzerine çekerken hırkasını havada asılı kaldı son bir bakış . Derindi O ve parlaktı dolunay. Derin ve parlak bakışlar rüzgarın kalbinde sarmaş dolaş oldular. Ve uykunun kollarında rüyaların eşsiz köşklerine yer ayırtıldı. Köşkler de öyle böyle değil; merdivenleri bulutlar arasında, kapısı da dolunay kadardı -aslında dolunaydı-. Duvarları ve tavanları umutlarındaki bulanıklığın netleşmiş kıvamıyla kaplıydı.

Mavi gözler gündüz açıldığında o köşklerin en güzelinin tavanına bakmaktaydı...

1 Haziran 2009 Pazartesi

Bir Şeyler Kalmış Olmalı

Hava yeni karardığı zaman.
Tırnaklarımın içinde hücrelerin var.
İçimden kazıyarak attım seni.
İçim acıdı.
Kokun hala tırnak aralarımdaydı.
Beynimdeki konuşmalarımızdan oluşan dizelerden kurtuluşun
bir yolu olmalı.
Biraz sonra binip gideceğin otobüse seni uğurladıktan sonra
boynumu lastiğin önüne koyacağım.
Kopuversin kafatasım.
İçimde ayrı, beynimde ayrı bitmek zorunda kalmazsın o zaman.
Hafif bir sarsılırsın yolcu koltuğunda.
"Tekerleğin altında bir şeyler kalmış olmalı.." diye söylenerek.
Sonra o saatler sürecek yolculukta,
düş yansımalı camda kendi donuk gözlerine bakıp
"Bir şeyler kalmış olmalı..." diye tekrar ederken o cümleyi
şehirlerce uzakta,
defalarca hatta,
içine akıtmalısın gözyaşlarını.

Terminalde bıraktığın gibi hâlâ,
kavuşurken ağlayıp vedalaşırken gülümsemiş bir suret,
ayrıldıktan sonra sevişmiş bir beden,
koptuktan sonra bağımlılaşan bir ruh gibi

-- Bir şeyler kalmış olmalı.--

(tekerleğin altında)