12 Nisan 2008 Cumartesi

Zaman


Kabuk bağlamış yaralarımı kaşıyordum geçen gün. Hepsinin adı başka hepsinin boyutları birbirinden farklı.. Her birini tekrar kanattım acıta acıta. Evet seviyordum aslında bu durumu. Acı duymayı yara almayı hep bi halt sanmıştım ya şimdi kalan izler tek oyuncağım olarak kalmıştı. Hortlatıyordum tüm anılarımı, her anı için gecenin sonunda şişmiş gözler ve titremiş bir ruh kalıntısına refakat ediyordu vücudum.

Konuşurken donuk gözlerle bakıp kısa cevaplar veriyordum ya önceden, şimdi onu da yapmıyorum. Konuşmuyorum, daha sessiz daha suskun daha yorumsuzum. Zihnimde yaşıyorum artık herşeyi. Tüm sevişmelerimi, tüm kızgınlıklarımı, tüm ayrılıklarımı, tüm hissettiklerimi...

Zaman ilaç derler ya ben zamana ilaç olmaya çalışıyorum artık. Zaman benden daha üzgün kendisi için. İlerledikçe ilerliyor geri adım atamadan, tökezlemiyor da ezip geçiyor önündeki herşeyi. Saatin tıktıkları nasıl da gevezelik ediyor soluklanmadan ve takvimin yaprakları sanki sonbahara kök salmış bir ağacın yaprakları gibi nasıl da müsait bir bir kopmaya...

Belki bir gün kabuklarını tırnakladığım yaralarım da kalmayacak yerinde, belki tırnaklarım olmayacak onları koparacak, ya da ellerim-vücudum.. Ve zaman içine aldığı gibi çekip fırlatıcak beni bünyesinden, toprağın içinde sessiz kıpırtısız ve donuk kalacağım; şimdi olduğundan pek bir farkı olmayacak elbette ve çürüyeceğim nihayetinde...

8 Nisan 2008 Salı

Cellatım, Canım

Bana hiç bir şey sorulmadı, art arda hüküm verildi benden habersiz.. Bire bin katıldı, yapmadığımdı anlatılanlar, iftira atıldı; yaptıklarım hiçe sayıldı.. "Yok" dedim gözlerine bakıp cellatımın "ben yapmadım!" Gözleri kilitliydi cellatın gözlerime bakamadı. Gözlerime baksaydı içimdeki acıyı anlardı o da insandı.. Ama yapmadı! Gözleri perdeli, işitmesi de imkansızdı. Son arzumu bile sormadı, konuşamadı. İdam sandalyesinin tepesinde ayakta bir ben vardım bir de o alanda sadece cellatım, canım.
Beni suçlayanlar neredeydi? Belki itiraf ederlerdi cellatım da boynuma sarılırdı o zaman, o kumlu urganı çıkarırdı boynumdan...

Cellat gözlerini baktığı noktadan ayırmadı, belli ki karalıydı ve çekecekti sandalyeyi.. Sağ gözünden bir yaş damladı ve yine gözleri aynı noktaya odaklıyken çekiverdi sandalyeyi. Ellerim kollarım bağlı boğazımı sıkıyordu urgan. Yok hayır urgan olamaz beni boğan ! Onların kirli elleriydi, boğazımı çevrelemiş ve acıtarak sıkan.. Gözlerini kinle açıp kapatmış hasımlarımındı bu eller. Nefes alıp vermek daha da zorlaşmıştı ve morarmaya başlamıştı yüzüm.

Ey cellatım elleriyle boğuyorlar beni sen bunun baş tanığısın! Bir o kadar da katilimsin şimdi başımda ağladığın. Bana değil ona buna inandın, görev sandın boynumu bağladın. Bu gidişin dönüşü yok artık, ayaklarım son can tanelerimin vücumdan ayrıldığını daha şimdi haber verdiler...
Morarmış yüzümde gerçekleri ara ama asla bulamayacaksın!