21 Nisan 2009 Salı

YirmibirNisan

Dokunsalar ağlarım. Senin doğumgünün bugün ama yanında değilim. İkinci oluyor bu telefondan kutlayacağım doğum gününü. Dün ayrıldık ama çok özledim. Canımsın, hayatımsın en sevdiğim insansın diye saymaya başlamayacağım. Bütün iyi şeyler sensin. Şu anda tek bildiğim senden uzak kalınca sana normalden daha fazla ihtiyaç duymaya başladım. Bir de doğum gününde yanında değilim. İyice kırılganlaştım.
Sevdiğin çilekli pastadan yapsam, sen gelene kadar bozulacak ki o. Yok yok, böyle olmaz bu. Yarın ilk otobüsle geliyorum yanına. Seni çok seviyorum anne. Annem. Benim annem. İyi ki doğdun, süper bir şey bu. Tanrım, teşekkürler!

6 Nisan 2009 Pazartesi

Dünyanın her hali burda, dağınık odamda

Yağmurlar yağmış yine bu sabah. Toprak nasıl mis kokmuş. Serçeler ıslanmış kuytularda, tatlı bi serinlik var içime çektiğim havada. Bugün bisiklet sürmeyi planlıyordum ama üşendim nedense. Sınav sonrası stres atmanın en sıkı yollarından biri odanın şeklini şemalini değiştirmek, temizlemek filandır benim için. Bir de etkileyicidir bu yöntem. Bir yerlere sıkıştırıp sakladığın şeyler çıkar ortaya. Eski kıyafetler, eski fotoğraflar, eski notlar...

Kapağını açtığım kutunun birinde küller vardı. Önce afalladım bu ne diye.. Sonra hoop o ateşi yaktığım güne gittim. Daha doğrusu ilk etapta yakamadığım ateşe...

Bir gece yine böyle sigaralarla bunalım şarkılarla kendime işkence ediyorken fotoğraflarını alıp elime, bir yandan zırlıyordum bir yandan da kibriti yakmak için kutunun içinden çöp çekiyordum. Çektiğim çöp yanık çıkmıştı.. (Hani senle bir sınav günü senin arabanda sigaramı kibritle yakıp çöpü tekrar kutunun içine atmıştın. Ben de "Babam da senin gibi içine atıyor sonra yanmamışını bulana kadar deliriyorum!" demiştim.) Bu durum karşısında öyle kala kalmışken sen aramıştın. Nasıl da titremiştim tepeden tırnağa... O gün yakamamıştım fotoğraflarını...

Sonra nasıl olmuşsa yakmışım ben o fotoğrafları, küller de kalmış öyle içinde. Götürüp sokağa fırlattım kutuyu, küller savruldu havada. Aynı senin gibi; aynı geçmişim(iz) gibi.

Bir defter çıktı sonra karşıma kutulardan birinde. İlkokul'da hemen herkesin hatıra defteri vardı. Ben sadece okul arkadaşlarıma değil aileme de hatıra yazdırmıştım. Ve 2003'te rahmetli olan dayımın yazısını okuyup gözyaşlarına boğuldum. Aynen şöyle yazıyordu:

"Canım yeğenim Semra,
Bu hatıra defterini açıp okuduğunda senin çok neşeli, çalışkan bir kişi olduğunu biliyor olacağım. Hayatın boyunca bu çizgiyi sürdürmeni; yılmayan, araştırmacı, mücadeleci ve bu mücadeleyi sürdürürken kırıcı olmayıp herkesin düşüncesine saygılı ve değerlendirici olmanı diliyorum. Başarılar diliyorum. Seni çok seviyorum. Dayın, Mehmet." (sene 1994)

Hayatta olmayan ve iyi temennileriyle ufacık bir notla (manevi değeri de bir o kadar büyük) da olsa hep yanımda hissedebileceğim bir insan. Bebekken dayıma baba dermişim ben. Yetim hissediyorum kendimi..

Çalışkanlık ve yılmamak konusunda belki haklısın dayıcım ama neşeli olmak konusunda çok dengesizim. Bir öyleyim bir böyle. Keşke hayatta olsaydın. Sana anlatmam gereken çok şey var. Biriktiriyorum onları ama unutmaktan korkuyorum. Uyumam lazım. Rüyamda gelirsin belki yine, bana aldığın eti pufla, iş dönüşü kucağını açarsın zıplamam için kollarına.

Dedim ya odasını değiştirmeli bazen insan. Terk edenlere veya terk edilenlere rastlayıp geçmişi bir yâd etme ritüelidir bu aynı zamanda. Bir iç hesaplaşma bir gözden geçirmedir ki "iyi ki" ve "keşke"lerin birbirlerine selam çaktığı anın kısa metrajlı filmidir.

Yeni düzenime alışmamalıyım. Beni bekleyecek olan başka geçmişler birikecek çekmecelerimde ve yatak altında bir yerlerde.