26 Eylül 2008 Cuma

Deneme bir`kiüç



Arkadaşımın teşvikiyle başladığım mektup projesi hakkında ümidim tükenmek üzere a dostlar. Mektuplar öyle şeylerdir ki cevap bulamadıklarında ya bir deneme ya da bir düz yazı niteliğinde kalırlar. Yazılarımın yazılma aralığının çok geniş olmasından yakınan (okur değil de.. ne denir? sen söyle) ziyaretçilerime kaytarma yazısı gibi de gelmesin, üzülürüm. Yazacağım yazıları iyice demlemeden ölçüp biçmeden koyunca bana çok çiğ geliyor. Geç olsun güç olmasın derim.

İki sevgilinin çok sevseler de ayrı kalmak zorunda oldukları teması işlenecek bir projeydi. Olsun, canı sağolsun. Normalde bana yazmak için şevk gelemeyebiliyor çoğu zaman. Aşağıdaki yazı da onun teşvikiyle çıktığı için ona sitem değil teşekkürü bir borç bilirim.
Not: Yazının devamı varmış gibi durması da cevap bekleyen bir mektup taslağı olmasındandır kafanız karışmasın.



---------------------------------------------------------------------------------------
- BAŞLIKSIZ-



Kabusların tufanından sıyrılıp yorgun bir şekilde uyandım sabaha. Saatlerce uyuyup hiç uyumamış gibi mahmurlukla çerçevelenmiş gözlerimi açtığımda simsiyahtı tavan. Odanın içindeki herşey siyah beyaz bir fotoğraf albümünün bombeli bir dizilimiydi sanki. Yatakta doğruldum ve düşündüm bir süre, düşündüm ne kadar olmuştu uyuyalı, belki de sabahın o kör saatinde uyandığım için böyleydi ortalık. Tan ağarmamıştı henüz, donuk gözlerime rağmen burun sızısı geçmiyordu bir türlü. Her an ağlamaya hazır, bir o kadar da hiç ağlamayacakmışçasına katı bakışlarla süzdüm etrafı. Banyoya attım kendimi, ellerim titriyordu musluğu açarken, kaşlarımı çatıp birkaç kez bir elimle diğerine, ötekiyle berikine birkaç tane patlatıp koyverdim gözyaşlarımı. Aynanın karşısında tanımadığım değil; gayet iyi tanıdığım kendimi ve çehremde gizlediğim bir senin gözlerinin değdiği yerleri de görüyordum bariz bir şekilde. Öfke değildi içimdeki özlemdi sadece. Masalların repliklerine öykünen 'bir varmış, bir yokmuş' ritüelin bugün daha da benimsenecek bir hal almıştı.
Telefona uzandım, sonra gelip geçici bir tereddüt anında telefon çaldı, zaten ahizeyi kaldırmak üzereydim ve başladık:
+ Telefonun başındaydın sanırım, açtın hemen?
- Yok, hayır.. Ben başkasıyla konuşup yeni kapatmıştım.
+ Anlıyorum. Ne durumda olduğunu merak ediyorum o yüzden aradım. Ama görüyorum ki telefon görüşmelerin var rahatsız etmeyeyim ben seni..
- Sarsılma derecemi mi merak ediyorsun? Telefon görüşmeleri(!)m filan da değildi yalan söyledim. Zaten hep kendini buna inandırmadın mı seni aldatmış olabilme ihtimalime sığınmadın mı..
+ Konu bu değil bunun için aramadım.. İçinde bulunduğumuz durum ikimizi de günbegün yiyip bitiriyor.. Seni seviyorum, bu hiç değişmeyecek.. Ve inan ki ileride...
- Sus ne olur acıtma canımı daha fazla!
vs... vs...
En son konuşmalarımızdan aklımda kalan kadarı.. O kadar alıştım ki bu sözleri duymaya her ayrılık konuşmaların birbirinden farksızlaşmaya başladı... Bu kaçıncı denemeydi hatırlamıyorum, yine hüsran.. Her seferinde kanadı gözünün yüzüme değen yerleri aynada. Kalbini tamamen açmıştın bana oysa hep, hissediyordum bunu; senleydim senin gözlerime bakarken titreyen ellerindeydim. Çok severek nasıl vazgeçiliyor bana bunu öğretmeye çalışmaya kalkma. Sen çoktan becerebildin bunu ama benden bekliyorsun hala sineye çekip hayatıma devam edeyim diye.
Sana beraber olamayacağımıza dair aramızda bulunan bin türlü farklılık bulabilirim. Oysa sen hiç misafirliğe gittiğin bir tuvalette ayağına uymayan terlik giymedin mi? Israilde hitler t-shirtu giymek gibi bir çılgınlık istemedin mi? "Ben küçükken sarışınmışım sonradan esmer olmuşum." demedi mi sana kimse hayatında? "Uyuyor musun?" sorusunun saçmalığını düşünmedin mi daha evvel? Aslında o kadar farklı değildik. Tüm bahanelerin senin olsun. Evet belki imkasızdı devam etmek ama göze alamayıp çabalamaktan vazgeçiyorsun. Cesaretimi kaybediyorum artık bende değilsin. Gözlerin uzak, içime akamıyorsun bakarken bana. Gözbebeklerinin ortasında gördüğüm soru işaretleriyle kahroluyorum.
Ne gözlerin hala sormak için hevesli o soruyu, ne de zihnin cevabım algılayabilecek kadar duru... Önümüzü göremiyoruz şimdi ikimiz de.
Bu zaman zarfında yalnızlığı tadacağım hem de tek başıma. Değişik olacak her şeyi seninle tattıktan sonra, yalnızlığı bile; yalnızken yalnızlığı tatmak acıtacak...

2 yorum:

orange hero dedi ki...

Belki bu kadar iyi yazmamış olsaydın , bundan iyisini yazmaya çalışmazdım ve becerebilirdim (:

lalena dedi ki...

Öyle söyleme, senden başka hiç kimse bundan iyisini beceremezdi.
Sağlık olsun. :)