28 Ocak 2009 Çarşamba

Ambar

Zihin köklerimde biriken kavgaların karası bulaşık ellerime. Açıp açacağım her yeni sayfaya bulaşıyor her seferinde, nasıl da pis. Karşımdakinin halini kendimden bilirim. Sesimi çıkaramıyorum. Umudun kapısını çalmak bir tarafa tok sesler geliyor kapının ardından her vuruşumda. Belli ki duvarlar yükselmiş arkasında, tımar edilmemiş yaban otlarıyla örtülmüş anahtar deliği. Sakini olduğum yorgun sokakta aceleci adımlar sıralanıyor art arda. Sokağın sonunda ödenmemiş bedellerin yığılı olduğu bir ambar duruyor. Herkes bu çevik adımlarla oraya varıyor. Ambarın girişinde önce birkaç sevgili kellesi çarpar ayağına insanın. Birkaç adım sonra onlarca ahın ruhuna getirdiği irkilmeye hazırlamalısın kendini. Kulak dolusu uğultular eşliğinde az ileride yığılı duran "mutsuz son" lu hikayelerin anlatıldığı kitaplarla dolu koca bir kütüphane göreceksin. İçerisi hiç ama hiç hoş kokmaz önce, yine de iyice içine çek kokuyu; gör bak senin de gözlerinden yaşlar gelecek.
Ambarın bir köşesinde bir tabure üzerinde kerpeten arkadaş oturur hiç ayrılmaz oradan.
Zalimlerin derilerini tırmalarken tırnak aralarında biriken intikamları tırnaklarınla birlikte ayıracaktır ellerinden. Kerpeten arkadaş fiziksel acının ruhsal acıyı dindiremese bile hafifleteceğini savunur hep. Onun da diğerleri gibi, giriştekiler gibi, kesile kesile bir tek kafası kalacak geriye. Ama her şeye rağmen o bile kafasının içindekileri atamadı hala. Beynindeki hiç bir şeyi hem de. Kim bilir, belki ilk önce kendi kafasını uçurması gerekirdi.
Ve hiç kimse buradan daha iyi bir vücut ve daha iyi bir ruh haliyle ayrılamadı. Ambara giren her vücut ruh bulamazdı ,zor işti. Ambardan her çıkan ruh da hiçbir vücudu hak edemedi.

Hiç yorum yok: